adsense

29 Haziran 2018 Cuma

Anka Kuşu Erdal İnönü anlatıyor

Nasıl Hatırlıyorsunuz Atatürk'ü?
Efsane gibi tabii...korkuyla saygı karışımı büyük bir hayranlık vardı tabii.

Başbakanı yolda yürürken görenler ne yapardı?
Selamlaşırlardı.O zaman Çankaya yolu çok kalabalık değildi, ama büyükelçilerden, bürokratlardan da yürüyenler olurdu...
Babamın şoförlüğünü yapan bir genç vardı; o yürürdü babamla beraber, belki bir de arkadan bir polis gelirdi, o kadar...

...babamın bir karakteristiği, ki o bana geçmemiş, kaybetmeyi hiç sevmezdi.

Babamın üç dili de gayet iyiydi.Önce Almancayı öğrenmiş, sonra Fransızcayı.Diplomatik dili Fransızcaydı...İngilizce lügatlar okurdu.

Atatürk ve İnönü."Niye kavga ettiler? diye değil, "Nasıl bu kadar uzun zaman beraber çalışabildiler? diye sormak gerek."

Babam başbakanlıktan ayrıldıktan sonra öğle yemeklerine arkadaşları gelirdi..O yıl onlarla konuşurken hep dile getirdiği bir tema vardı.Derdi ki:
"Bakın,  Türkiye Cumhuriyeti çok iyi kurulmuştur ve iyi işlemektedir.Tek bir eksiği vardır: O da Meclis'te meşru bir muhalefet partisinin olmaması..."
Babam hep İngiltere'yi örnek gösterirdi.

1946'da gündeme getirdiği sistemin zihni hazırlığı, on yıl öncesinden başlamıştı yani?
Evet..

Paşa o dönem viyolonsel dersleri de almış galiba, değil mi?
..Sanırım bir yıl kadar ders aldı.

Atatürk ve babamın kuşağı, imparatorluğun son döneminde askerlikte yetişmiş insanlar...O zaman Türkiye'de Harp Okulu en iyi okulmuş.En yetenekli insanlar asker olmayı tercih etmişler...

Orhun Yazıtlarından

"Yukarıda gök çökmese, / Yerde yer yarılmasa, /
Ey Türk ulusu, / Senin ülkeni kim bozar" gibi bir şeydi

Muhalefet partisi bir an evvel seçimi kazanmak istiyordu.Onun için en kolay suçlama yolu,
"Köylüler zorla çalıştırılıyor.Köy Enstitüleri'nde kız erkek çocuklar bir arada kalıyor.Ve burada onlara komunistlik aşılanıyor."
Bu propagandalar hep yapıldı ve çok etkili oldu...Sonra da Hasan Ali Bey ayrılmak zorunda kaldı.

Köy Enstitülerinin çok parlak, çok önemli kuruluşlar olması, onlardan boylarını aşan hizmetler bekleme hevesini doğuruyor. "Köy Enstitüleri kapanmasaydı, bugun çektiğimiz sıkıntılar olmazdı" diye bir izlenim var.Bu da gerçekçi değil.Bugun çektiklerimiz, geçmişten gelen birtakım yanlış alışkanlıkların devam etmesiyle ortaya çıkan sıkıntılar....Bunları tek başına Köy Enstitüsü mezunları ortadan kaldıramazdı.Ama devam etseydi kuşkusuz daha iyi bir eğitim görecekti öğrencilerimiz...

Babam konulara gerçekçi yaklaşırdı."Köy Enstitülerine yazık oldu" diye söylendiğini hatırlamıyorum.Düşünmüş olabilir, fakat gerçekçiydi babam. Demokrasi içinde ilerlerken bir takım kurbanlar vermek gerekir.Köy Enstitüleri de ilk kurban oldu....Demokrasiye geçme günlerinde şunu söylerdi:
"tek partili rejimde istediğinizi yaparsınız.Gelişiyorum sanırsınız, fakat bir gün duvara çarparsınız.Çünkü ne yaptığınızı tam manasıyla göremezsiniz.Demokraside ilerleme yavaş oluyor, ama sağlam oluyor."

Türkiye savaşa girmedi ama köylüler askere alındı.Çiftçilik yapamdılar, mahsul üretemediler, bu bir kıtlık yarattı....Bu arada tabii gelir de azaldı, mali sıkıntılar arttı ve bu sıkıntıyı önlemek için yeni vergi koymak gerekti.Varlık Vergisi böylece ortaya çıktı.Mevcut varlıktan vergi almak...
Türkiyede ki varlıklı insanların çoğu gayrimüslimlerdi.Varlık vergisi çıkınca,,,, onlardan daha çok vergi almaya girişti...

Dünya savaştayken Türkiye'de barış ortamı, milli eğitimin gelişmesi için büyük fırsat yaratmıştı.Köy Enstitüleri o zaman kuruldu, gelişti....Bir anda üç üniversitemiz oldu...Devlet Konservatuarı ilk mezunlarını verdi.opera faaliyete geçti.

Gerçekten bir şeyi bulmak istemek, o işle sürekli, inatla uğraşmak, başka bir işle uğraşmadan onu sonuca götürmek...

Ben de ilk defa bir resim sergisinde muhafızlık yaptım.Bunun da büyük faydasını gördüm.Çünkü bir gün boyunca resimleri izlerseniz, hangisini neden sevdiğinizi daha iyi anlıyorsunuz.

Babam: "Meyus olma" dedi
..babamın dediği doğruydu; böyle şeyler oluyor hayatta...Bunları gereğinden fazla abartmamak lazım.Aksi takdirde insan devam edemez.

İnsanların fikirlerine saygı göstermek, bütün yaşamımca bağlı kaldığım bir ilke oldu.Beğensem de beğenmesem de, anlasam da anlamasam da fikirlere saygı göstermek ve korumak...

Babam olsun, Atatürk olsun, onlar başka bir ortamdan geliyor...Gençliklerinden itibaren iki şey görmüşler:
Biri,Osmanlı İmparatorluğu'nun bütün Avrupayla boy ölçüştüğü güçlü dönemleri..Öbürü ise içinde bulundukları zayıf ortam...çaresizlik, yanlış işler, çeşitli kusurlar...
Asker oldukları için bence onları en çok etkileyen şey, daha güçlü olma meselesi...İşte orada bilimi, teknolojiyi görmüşler. Bence Atatürk'ün "Hayatta en hakiki mürşit ilimdir" demesi de oradan kaynaklanıyor.

Kenan Evren anılarında "Sağda iki, solda bir partiye izin vericektik..."dedi.Evet akıllarındaki oydu, Sunalp'in partisi iktidari muhalefette de bir sol parti.

Büyük topluluklarca karşılandığımız birçok yerde kaybettik.Sonradan anladım ki, bir şehrin seçmen kitlesi, ortaya çıkan insanlardan çok daha fazla...

Özal seçimi kazanmak için ustaca işler yapıyordu.mesela gecekondulara tapu verme işini çıkardı. Tapu tahsis belgesi diye bir şey çıkardı.Başvurana hemen belgesi veriliyordu.

Tabii Özal'ı ve politikalarını eleştirdim.
"Çoğunluğu düşünmeyen, sadece para esasına dayanan bir politika üretiyor.Parası olana daha çok para sahibi oluyor ama halk bundan zarar görüyor.Üretimi artırmıyor" dedim

Deneyim eksikliği, girişim cesaretini artırır

Deniz Baykal...Genel Başkan olmak istiyordu.CHP'den gelen bir hizipti bu....Partiye egemen olmaya çalışıyorlar.Her seçimde,illerde, ilçelerde veya partinin seçeceği herhangi bir görevde hemen aday gösteriyor ve o adayı seçiyorlar...Tabii bu tuhaf bir şey...o çekirdek, sonunda partiye egemen olsa da karakterini değiştirmiyor, kendi grubundan başkasına olanak vermiyor.O bakımdan bir hastalık bu

Hizip:Geniş bir grubun içinde bulunmakla beraber, grubun amaçları ile yer yer çelişen amaçlar taşıyan, grubun genelinin onaylamadığı davranışlarda bulunan alt grup.

Gerekeni yaptık ama mesele kapanmadı.Nedense iş aleyhimize döndü.Sosyal demokrat partilerin böyle bir kaderi var...Herhalde sosyal demokrat partiler erdemli olma iddiasındalar.Ama ötekilerin öyle bir derdi yok.

Sürekli olarak bir irtica tehdidi...Çünkü Kuran'ın kendisi yönetime de karışıyor.Dolayısıyla istediğiniz kadar "Karışmayın" deyin, inanan birisi "Kitap öyle demiyor" diyor.Ona bir yorum getirinceye ve o yorumu kabul ettirinceye kadar o tehlike her zaman olacaktır.

Din istismarcıları, ölüm korkusundan büyük destek sağlıyor....Onun için ölüm korkusuyla baş edebilecek güçlü bir yönetime ihtiyaç var.

12 Eylül'de Milli Güvenlik Konseyi, bir yasa çıkartarak Kürtçe konuşmayı engelledi...Bu saçma bir yasaktı....Bu karara kadar Kürtçe serbestti.Ama Türkçe öğrenmişlerdi...

Aynı ülkede yaşarken birbirimizin doğuştan gelen farklılıklarına saygı göstermeliyiz.
Herkes birinci sınıf vatandaştır, kimse bu ülkede doğduğuna pişman olmamalı.

İnsan gençken ruhun canlılığı, yeni fikirler üretmesi sayesinde ölüm korkusuyla baş ediyor.

Bundan sonra yapılacak şey belli...Üniversitelerde, araştırma kurumlarında, araştırma yapmaya ağırlık vereceksiniz....Ve öğretim üyelerine fırsat vereceksiniz, zaman vereceksiniz, para vereceksiniz...

Demokrasinin her zaman en iyi insanları göreve getirmemek gibi bir zorluğu var, ama bunlar da aşılabiliyor zamanla....Buna karşılık demokratik düzenin, büyük çoğunluğun eksikliğini görmek gibi bir gücü var.tehlike anlarında herkesi bir araya getirmek gibi bir kuvveti de var....demokrasi içinde birisinin hatasını başkası düzeltebiliyor.

2 Haziran 2018 Cumartesi

Yeraltından Notlar

...aklı başında bir insan en çok neden söz eder, zevk duyar, biliyor musunuz?
Cevap: kendinden.

...Hastalıklarıyla övünüyorlar,belki en çok da ben.

İnsan her zaman, her yerde, mantığının ve çıkarının ona emrettiği gibi değil, canının istediği gibi hareket etmeyi sever.Kendi çıkarının tersini yapmayı bile isteyebilir...Hem, insan için mantıklı çıkarların gerekli olduğunu nereden çıkarmışlar bütün o bilge kişiler? İnsan için gerekli olan yalnızca özgür, gene de özgür iradesidir.

Ancak kendisine öğretileni bilir akıl.

...mantıksızlık ahlaksızlığın bir sonucudur.

iki kere iki dört yaşamın değil, ölümün başlangıcıdır baylar.

insan aradığını bulduktan sonra nereye gidecek? ...amacına doğru yürümeyi sever, ama ona varmayı hiç istemez.

Peki ama nasıl oluyor da siz, insan için yalnızca normal, olumlu olanın..yalnızca refahın, mutluluğun yararlı olduğunu kendinize büyük bir güvenle inanabiliyorsunuz?..Öyle ya belki yalnızca mutluluğu sevmiyordur insan? Belki aynı ölçüde acı yı da seviyordur? Ayrıca, insan kimi zaman acıyı çok, tutkuyla varan bir sevgiyle arzular.Gerçektir bu...Benim kişisel düşünceme gelince, yalnızca mutluluğu, esenliği sevmek çirkindir bile.İyi midir kötü müdür bilmem, ama bazen bir şeyleri kırıp dökmek de çok hoştur...Benim savunduğum kendi kaprisimden, gerektiğinde kapris yapabilme hakkımın garanti olmasından yanayım ben...Bu arada ben insanın gerçek acıdan, yani yıkım ve kargaşadan asla uzak durmayacağından eminim.

Yaşamanın amacı yalnızca ıslanmamak ise, haklısınız.

Çağımızın kafası çalışan, aydın her insanı ödlek ve köle olmak zorundadır.

Tanrısal bir sırdır sevgi ve ne olmuş olursa olsun, yabancı gözlerden sakınılmalıdır.

"Liza, iyi biri...olmama..izin vermiyorlar"

İnsan olmak, gerçek insan, etiyle kemiğiyle insan olmak bile ağır gelir bize. Utanırız bundan, insan olmayı yüz karası sayarız, benzeri olmayan toplumsal birtakım insanlar olmak için çabalarız.

F.Dostoyevski