adsense

10 Şubat 2019 Pazar

Türkiye'de Geri Kalmışlığın Tarihi

Geri kalmışlığın incelemesinde toplumun tarihi gelişme sürecinde aldığı yol ve başlangıç noktasıyla vardığı yer önemlidir.Bu açıdan, Türkiye bir Mozambik'ten, Kongo'dan, Guatemala'dan çok daha geri kalmıştır.

Günümüzün geri ülke halklarında var olan gelenekçilik eğilimi sanıldığı gibi yalnızca tutuculuktan, gericilikten, tevekkülden ileri gelmemektedir.Bu eğilim, yüzyıllardan beri süren, güçlükle ayakta tutlan, ve kolaylıkla yıkılabilecek bir yaşantıyı en küçük güvensizlikten ve tehlikeden sakınmak zorunluğuyla açıklanabilir.Yeni, kendi tabiatı gereğince - bünyesinde bilinmeyeni taşır.

Eğer toplum, dengesizliklerin üstesinden gelip iç ve dış engelleri temizler, bünyesindeki sarsıntıyı bir silkinmeye dönüştürebilirse, kalkınmaya başlayabilir.

Geri kalmış sıfatı, ancak dıştan gelen etkilere karşı koyamamış, onlara yön verememiş ve dengesini kaybetmiş toplumlar için kullanılabilir. Geri kalmışlık, teknik düzeyleri farklı toplumların birbirlerini etkilemeleri sonucunda meydana gelen bir sorundur.

Eski Denge'nin temel unsurlarını yıkan üç ana darbe:İhtiyaçları değiştiren Gözlem Etkeni, nüfus dengesini bozan Sağlık Etkeni ve teknikle kaynaklar arasındaki dengeyi toplumun yapısıyla beraber yıkan Dış Zorlamalar'dır.

"..eğer tekniğin gelişmesi kaynağın gelirini artırmak yerine ondan daha büyük parçalar koparılmasını sağlıyorsa, ileri teknik geriletici bir teknik olmaktadır." A. Sauvy

Geri kalmış toplumlarda ilerlemeyi sağlayacak dinamikler bireysel davranışlarda değil, kitlelerde aranıp bulunabilir.

"Dün ve bugun teoriyi, bugun ve yarın pratiği hazırlar.Dünün araştırılması, bir yerden sonra, bugunun ve yarının araştırılması demektir." Ali Halil Gevgilili

Türkiye, Osmanlı toplumunun bir devamı, son varılan aşamasıdır...Hem Türk toplumu hem de Türk insanı Osmanlılığın izlerini hala ve her şeye rağmen taşımaktadır.

İleri Osmanlı Toplumu:
Osmanlı ekonomik düzenin temel nitelikleri, 17. yüzyıla kadar geçerliliğini koruyan temel nitelikler şöyle özetlenebilir:
1.Her alanı kapsayan güçlü bir devletçilik uygulaması
2. Tek büyük üretim aracı toprakta devlet mülkiyesinin kaide, özel mülkiyetin istisna olması

...hakim toprak rejimi miri'dir. Üretim, ulaştırma ve dağıtım devletin denetiminde yapılmaktadır.

Osmanlı rejimi, toprağı üç ayrı şekilde ele alıp düzenlemektedir: Öşriyye, Haraciye ve Arz-ı miri
-Öşriyye adı verien topraklar fetihten önce yerli Müslümanlara ait olan ya da sonrada Müslümanların yerleştirildiği topraklardır..özelliği toprağın tam mülkiyetine sahip bulunmasıdır.
-Haraciye adı verilen topraklar bir yerin fethinden sonra yerli gayrimüslüm halkın mülkiyetinde bırakılanlardır.Harac-ı Muvazzaf adıyla arazi vergizi ödemektedirler.
-Arz-ı miri, Osmanlı Devleti'nde hakim toprak rejiminin uygulandığı topraklardır....Osmanlı torpaklarının çok büyük bölümü miridir.

Osmanlı tarihinin 1550 yıllarına kadar süren ilk dönemini yorumlayan tarihçilerin hemen hepsi bir noktada birleşiyor: Osmanlı köylüsünün çağın koşulları çerçevesinde benzerleriyle kıyaslanamayacak kadar düzenli ve güvenli bir yaşama sahip olması.
Köylünün bu durumu doğrudan doğruya miri toprak rejiminin bir sonucu olarak belirmektedir.

Toprağın devlet mülkiyetinde olması iki değişik açıdan köylüye yararı olduğu söylenebilir.
1. Devletin otoritesini güçlendirmektedir, dirlik sahiplerinin sık sık değiştirilmeleri, görevlerinin yöneticilik şekline girmesi ve köylüyü ezmelerini zorlaştırır
2.Derebeylik benzeri ilişkilerin kurulmasını önlemektedir..Mülkiyetten yoksun olması onun büyümesini, başkasını sömürmesini, kendi başına buyruk riskler alıp belki daha çok kazanmasını engellemektedir ama, hem kişi olarak hem de bütün bir sosyal yapının güvenliğini sağlamaktadır.

...ilke köylü çocuğun da köylü kalmasıdır.Sipahiliğe geçiş zordur ve istisnadır.

Osmanlı ordusu iki büyük güçten meydana gelirdi
1. Yeniçeriler ve diğer maaşlı savaşçılar
2. Timarlı Sipahiler ve öteki eyalet askerleri

Eyalet askeri tabir edilen esas olarak Timarli Sipahiler ve onların cebeli'leriyle öteki eyalet askerleri vardı. Timarlı Sipahiler askeri eğitim gösterdikleri köylüleri(cebeli) yanlarına alıp göreve giderlerdi.

Yaygın olan görüş, okulda öğretilenler uyarınca, Yeniçerilerin büyük kahramanlıklarıyla ordunun ve fetihlerin belkemiği, zaferlerin yaratıcısı,varoluş nedeni olduklarıdır.
Oysa, bu görüş tamamen yanlıştır.
Büyük zaferlerin, ve fetihlerin yer aldığı dönem, Kanuni Süleyman'ın ölümüyle sona erer,1566 yılında.Bu dönemde yeniçerilerin ve maaşlı askerlerin tümü %10 kadardır. Ordunun gerçek temeli, bizatihi profesyonel olmayan, eyalet askerleridir: Cebeliler, Sipahiler,vb...Kanuni'nin ölümüde sayıları 150.000 civarındadır.

...1550 yıllarına kadar zaferden zafere koşulmasının tek askeri dayanağı olan Tımarlı sipahiler ve eyalet askerleri, miri toprak rejiminin bir sonucudur.

17. yüzyıla kadarki Osmanlı ordusunun çok önemli bir başka özelliği, toprak rejimince biçimlendiğinden, tüketici değil üretici olmasıdır.

Kuran yalnızca dinsel görevleri değil, toplumun düzeninide bütün ayrıntılarıyla belirtmiştir...Osmanlı yönetiminde de din ve devlet kavramları birleşmiştir, tektir.Bütün temel kurumlarda kanunlar Kuran'dan ve İslam hukukundan kaynaklanmıştır....Osmanlı Devletinde İslam'ın halkçı ve eşitlikçi yanları ağır basmışsa, bunun sebebi dinin bu açıdan kullanılmaya elverişli olmasına kadar,  Osmanlıların da onu bu yönde yorumlamaları olmuştur.
Adalet hem dinin, hem de devletin temel hedefidir ve İslam düşüncesinde "hakkı olanı vermek, hakkı olmayanı esirgemek" diye belirlenmektedir.

Kuran'a göre mülk Allah'ındır. Mülkiyet Allah'a ait olunca, o zaman sınıfsız bir devlet oluyor, devlet hiçbir sınıfın devleti olmuyor....Devlet, bireysel ekonomik güçlerin toplum düzenini ve eşitliğini sarsan niteliklerini, adeta sezgileriyle fark etmiştir.

Prof. İnalcık'a göre, 1528 yılında toprağın %87'si devlet mülkiyetindedir.

İslami devlet anlayışının ve Osmanlı ekonomik düzeninin ferde sağladıkları, çağın çerçevesinde çok ileridir.Fert, kişilerin mülkiyetinden çıkarılmakta, derebeylik düzeninden, soyluların ekonomik ve siyasal baskısından kurtarılmaktadır.

"...Halkın çoğunluğu için İslam fethi güvenlik demekti." Medeniyetler Tarihi

"Dervişlik baştadır, taçta değildir;
Hırkada değildir, saçta değildir;
Allah'ı ararasan kalbinde ara: Kudüs'te, Mekke'de, Hac'da değildir." Yunus Emre

Osmanlıların Selçuk geleneklerini sürdürerek sağladıkları bu dinsel hoşgörü, çağının çerçevesinde , bir ihtilal niteliği taşımaktaydı.

Osman Bey'in ölümünde (1325), 3 milyonluk Osmanlı nüfusunun bir milyonu Hristiyanların meydana getirmesi ilgi çekicidir...dinsel çeşitlilik ve hoşgörü..başkaldırmamalarını, merkez otoritesini kabullenmelerini sağlamıştır.

Kanaatkarlık, tasavvufun temel ilkelerindendir....1847'de yayınlanan bir makalede "Türkiye'de çiftçi fakirdir çünkü parası yoktur; buna mukabil zengindir; çünkü yaşamak için elzem olan şeylere ziyadesiyle maliktir."

Ekonomik düzenle insan ve dünya görüşünün bu şekilde dengelenmesi Osmanlıların ileri bir uygarlık kurabilmelerinde ve çağın ötesinde gelişmiş bir toplum yaratmalarında başlıca etken olmuştur.

Geleneksel toprak düzeninin dışında tutulan Doğu ve Güneydoğu illerinde, derebeylik eskisi gibi sürüp gitmiştir.

Merkez otoritesinin gücü ve ülkedeki denetimi 1600 yıllarına kadar hemen her alanda kendini belli etmektedir....Osmanlı İmparatorluğu kendi merkeziyetçi yapısını öncelikle toprak rejimine borçludur.

Osmanlılar fethettikleri yerlerin toprağını hemen hemen devlet mülkiyetine alarak karanlık derebeylik düzenini ortadan kaldırmışlardır.

Osmanlı İmparatorluğunu bir araya getiren halk toplulukları, çok değişik renk ve mozaik parçalarını andırır.

"Osmanlı memleketleri başka memleketlere benzemez. Bir eyalet diğer eyalete, belki bir sancak diğer sancağa uymaz."Ahmet Cevdet Paşa
Bu karmaşık toplumda devlet büyük bir anlayışla davranıyor.Her birinin temel niteliklerine, geleneklerine ve düşüncelerine en küçük ölçüde karışıyor...Osmanlı Devleti'nin bu temel ilkesi iki alanda incelenebilir: toprak rejimi ve dinsel hoşgörü

"Muhakkak gibi gözüken birşey varsa o da, fetih ve ilhak edilen memleketlerde kuvvetlerle teessüs etmiş olan örf ve adetlere, Osmanlılığın uzun müddet riayetkar kalmış olmasıdır"

Dinsel hoşgörünün öteki nedeni, Hristiyanların verdikleri özel verginin(cizye) mali kaynakların içinde çok önemli yer tutmasıdır. "askere gitmemek" ve "korunmak" karşılığında bunu ödemektedir.Dolayısıyla, vergi toplamını azaltmamak için Hristiyan tebaası kitle halinde din değiştirmeye asla zorlanmamıştır.

Osmanlılar imparatorluk olmak için genişlemekte, genişledikçe kendi felsefelerine uymayan yıkıcı düzenleri bünyelerine dahil etmektedirler.

Osmanlı ekonomik düzeni ancak belirli bir dünya görüşünün ve belirli bir insan tipinin var olduğu ortamda oluşabilirdi.Bu dünya görüşünün ve insanın niteliği tek kelimeyle belirtildiğinde "cemaatçilik"tir.
Düzenin var olması ve yürümesi için, insanların herşeyden önce ekonomik açıdan "ferdiyetçi olmamaları" gerekmektedir.

Anadolu insanına biçim veren, bir bakıma onun ifadesi olan düşünce silsilesinin tümü; Mevlana'dan Yunus Emre'ye, hacı Bayram Veli'ye kadar bütün mutasavvıflar ve onları etkileyen öteki İslam düşünürleri, insanı maddi tutkulardan arınmaya zorlamıştır.

Osmanlı yönetimini büyük yapan, çağın ve toplumun temel ihtiyaçlarını en yüksek bir düzeyde çözümleyebilmiş olmasıdır.Doğa'nın belirsizliği karşısındaki örgütlenme ihtiyacı, üretimin, ulaştırmanın, tüketimin ve ticaretin ayrıntılı düzenlemesiyle karşılanmıştır.Eşitlik ve adalet özlemleri, derebeyliği yıkmakla ve insancıl ilkeleri de olan bir sistem getirmekle cevaplamış, devlet otoritesi ve güçlü idare mekanizmasıyla halkın güvenliği sağlanmıştır.

Osmanı toplumunun geri kalmışlığa yönelmesi 1550 yıllarında başlar.Kanuni Sultan Süleyman'ın (1520-1566) son dönemidir bu.

...devrin ekonomik nizamı, iktisadi kuvvetleri daimi bir baskı altında tutan, muhafazakar bir karakter kazanarak serbest rekabet ve teşebbüs prensiplerine cephe aldı...
...loncalar, yatırımların ve gelişmenin engelleyicisi durumuna düşmüşlerdir...girişimin somut sonuçlar almaya başladığı bir çağda, Osmanlı ürünlerinin hep aynı kalmasına, kalitesini geliştirmeyip sayısını çoğaltmamasına sebep olmuştur.

Devlet...ekonomisi, idaresi ve otoritesi için sakıncalı bulduğu derebeylik düzenini yıkmış, fakat bu düzenle büyük toprak mülkiyeti arasındaki ilişkiyi yeterince önemsememiştir.Bir yandan derebeyleriyle uğraşırken öte yandan muhtemel derebeylerin tohumunu taşıyan büyük çiftliklerin oluşmasına, özel durumlarda göz yummuştur.

Aynı bilinçsizlik ve ters davranışlar iltizam konusunda da göze çarpıyor.Devlet Timarın memur-askerden başkasına verilmesinden zarara uğrayacağını fark etmekte fakat devlet görevlilerinin özel teşebbüse devredilmesiyle sonunda aynı ordunun etkileneceğini, biriken servetin toprağa yönelip sistemi yıkacak kadar güçlü bir talep yaratacağını görememektedir.

Devlet, serveti sınırlayabildiği sürece onun bir tehlike yaratmayacağını sanıp kendi uygun gördüğü alanlarda servetin oluşup gelişmesine engel çıkmamıştır.Oysa, düzenin tehlikeye düşmesi için servetin izinli alanların dışında birikmesi değil, yalnızca özel ellerde birikmesi yeterli olucaktır.

...yönetici zümrenin elinde daha çok bir yönetim aracı niteliğinde gözüken devlet, 1550 yıllarından sonra, klasik tanımdaki ekonomik sömürü aracı niteliğini daha öne çıkarmakta, paşalar, vezirler ve benzerleri...devleti kullanarak çiftliklere, mukataalara el atmaktadır.

Batı Medeniyeti, Kristof Kolomb ile beraber, dünyanın fethine doğru hareket edicektir...

Baharat ve İpek Yolları...Afrika'nın güneyinden dolaşarak Hindistan'a ulaşan deniz yollarının keşfedilmesiyle (1498) batıyla doğu arasında köprü olmanın avantajını kaybediyor.

1597'de devletin gideri gelirinin üç katını bulmuştur...
Ekonomik bunalım içindeki devlet, darlığı hafifletmek amacıyla en kolay yola başvurmuştur.Memur-askerlere bırakılan toprak gelirine el koymak...Çeşitli nedenlerle toprak gelirinin tasarruf hakkını kaybeden ya da kaybettirilenlerin yerine, o gelir mültezimlere ihale edilicekti.

Mülkiyet düzenindeki değişiklik hayvancılığın karlılığı ile birleştirince büyük tarlalar yavaş yavaş mera haline getirildi.

Geri kalmışlığın temel nedeni olan gelişmeler şöyle sıralanabilir:
1) Osmanlılarda toprak mülkiyeti kaide olarak devlete aittir.Devlet, bu toprakların sağladığı vergi gelirini, görevleri karşılığı memur-askerlere bırakmıştır.
2)Geleneksel Osmanlı düzeni, çağın koşulları çerçevesindeki üstün duruma rağmen bazı hassas noktaları bünyesinde barındırmaktadır: Düzenin temeline karşıt olan iltizam uygulaması, kaçakçılığın önlenememesi, esneklikten yoksun kanunlar gibi.
3)Batı'nın geçirdiği köklü değişim ona teknik bir ilerleme sağlamış, biriken sermayeyi denizaşırı maceraları ve tekniği zorlamıştır.Bu gelişmenin sonucunda Avrupa'nın giriştiği dünya çağındaki talan, değerli madenlerin kıtaya akmasını sağlamıştı.Altın bolluğu ve büyüyen sanayinin ihtiyacındaki artış, hammadde fiyatlarında çok hızlı bir yükselmeye neden olmuştu.
4)Deniz ticaretindeki ilerleme ve yeni deniz yollarının keşfi Asya'yla Avrupa'yı bağlayan kara ticareti yolları önemden düşerek Osmanlı'nın büyük bir gelir kaynağından yoksun bırakmıştı.
5)Paralı avrupalı tüccarın ucuz hammadde kaynağı olarak Osmanlı'ya yönelmesi ve çok yüksek fiyat verebilmesi kaçakçılığa yol açmış, görülmedik bir hububat ve hammadde darlığı ülkeyi sarsmıştı.
6)Askeri harcamaların artması, gelir kaynaklarının kuruması, fethedilmiş yerlerin korunması, devletin büyük bir mali krizi içine düşmesine neden olmuştu.
7)Geleneksel düzen bozularak toprak gelirinin memur askerlere bırakılması sisteminden vazgeçilmişti.
8) Özel mülkiyete doğru hızlı bir gidiş başlamıştı.Bu büyük üretim aracı devletin kontrolünden çıkarak bireyci ekonomik güçlerin eline düşmüştü.
9)Timarlı Sipahinin bu suretle yavaş yavaş tasfiyeye mahkum olması, imparatorluğun klasik idare ve toprak rejiminin temellerinin büsbütün sarsılarak yeni doğan iktisadi kuvvetlerin eline müdafaasız ve teşkilatsız terk edilmesi demekti.
10) Topraktaki değişimin kısa süreli ekonomik sonucu üretimin azalması, tarlaların mera'a dönüşmesi ve görülmemiş bir kıtlığın Anadolu'da belirmesi olmuştu.Uzun süreli sonuç ise geri kalmışlık durumudur...Türkiye günümüze dek sürecek yoksul yolculuğuna koyulmuştu.

Devşirmelerle Türk asıllılar arasındaki çekişme..daha ilk fetihlerden başlayarak Osmanlılar "aristokrasiyi" Türk unsurunun dışında yaratmaya yönelmişlerdir. Fatih Sultan Mehmet zamanında...başlıca mevkiler medreseli ve soylu Türk büyüklerinin elinden alınmıştır

...önde gelen niteliği tamamen devşirmelerden kurulması olan ve ancak büyük kumandanları Türklerden seçilebilen Yeniçeri ocağının bu temel ilkeleri 1600 yıllarında sarsılmıştır....dışarıdan adam toplamak gereği bu Ocağın da düzen ve disiplinini bozmuş...yüksek maaşa göz diken ve rüşvet verebilen fırsatçıların doluştuğu bir Ocak durumuna gelmiştir.

Toprak mülkiyetinin değişmesinden ötürü ekonomik ve sosyal yapının uğradığı çöküntü Celali İsyanlarından başlayarak izlenebilir.Bu isyanlar, düzen değişiminin hem bir sonucu, hem de hızlandırıcı etkisidir.Yarattıkları karmaşıklık beylerin ve ağaların türemesini kolaylaştırmış, uzun bir süre toprak kapanın elinde kalmıştır.

Toplumun geçirdiği bu evrim 1800 yıllarına doğru tamamlanırken, Türkiye artık geri kalmış bir ülkedir...

1576'dan başlayıp 1598-1610 yılları arasında..büyük isyan dalgalarına Celali hareketleri adı verilir.

Memur-askerlerin koruyucu denetiminden yoksun kalarak tefecilerin eline düşen ve ağır vergiler altında ezilen köylü yığınlarının tarlaları hukuk kuralları zorlanarak ellerinden alınmakta, geleneksel tarım düzeni bozulmakta, köylü ırgatlaşmaktadır.

İsyanlar nedeniyle..biriken servetler açıkgözlerin işine yaramış, beylerle ağalar hızla oluşarak Anadolu'yu az gelişmiş bir feodalitenin karanlığına gömmüşlerdir. 17. yüzyıl başlarken, Osmanlı toplumu artık gittikçe güçlenen bey ve ağaların egemenliğine girmiş, köylü çağımıza dek sürecek yalnızlığa ve yoksulluğa terk edilmiştir.

"Kaçgunluk" dönemi..köylülerin, evlerini, tarlalarını, köylerini, kitle halinde terk ettikleri, Anadolu'nun en ücra köşelerine çekildikleri yılları, 1603-1610'u kapsamaktadır.

1700 yıllarında şehrin içine kadar yayılacak olan gecekondular...toprak mülkiyetinde ki değişim işsiz akınları şeklinde şehirlere de yansımış, geleneksel yapıyı yıkmıştır.