adsense

31 Ekim 2020 Cumartesi

Körlük

Bakabiliyorsan gör, görebiliyorsan fark et.

...vicdanımızı giderek damarlarımızda dolaşan kanın rengine ve gözyaşlarımızın tuzuna buladık, bu da yetmiyormuş gibi, gözlerimizi içimizi gören birer aynaya dönüştürdük, sonuçta gözlerimiz, ağzımızla inkar etmeye çalıştığımız şeyleri çoğu zaman hiç çekincesiz gözler önüne serdi.
...bu insanların kendilerinin seçmediği bir otoriteye boyun eğeceklerini, üstelik, sözünü dinledikleri, otoritesini ve koyduğu kuralları kabul ettikleri halde, karşılığında kendilerine hiçbir şey vermeyecek birine boyun eğeceklerini düşünmek, bahsi baştan kaybetmek demektir.

...bir salgında suçlu aranmaz, herkes kurbandır.

Alevi en parlak olan mum yolu aydınlatan mumdur

Herkesin bildiği gibi, kötülük, daima en kolay yapılan şeydir.

...korku insanın gözünü kör eder.

Bense, kötü yürekliliğin ve kötülüğün sınırı olabileceğine güvenmiyorum.

En büyük kötülüklerin bile, içinde o kötülüğe sabırla katlanmamıza yetecek kadar iyilik barındırdığı sonucuna kaçınılmaz olarak bir kez daha varacağız...

Yarını dert etmeyen, peşin ödeyenin her zaman kötü hizmet aldığını unutan körlerin çoğu her koğuşta huzurlu bir uyku çekiyordu.

İlk taleplerini söylemeye geldiklerinde onlara direnmeliydik, yapamadık, korktuk, korku her zaman iyi bir akıl hocası değildir.

Hayattaki herşey gibi, zamana zaman tanırsanız her şeyi çözümler.

...bizim yaşattığımız ve bizi bu halimizle yaşatan duygular gözlerimizden doğmuştur, gözlerimiz olmasaydı duygularımız bambaşka olurdu...duygularımız ne kadar farklı olurdu, bilemeyiz ki...

Bir örgüt, bedenimiz de örgütlü bir sistemdir, örgütlü kaldığı sürece hayatta kalıyor, ölüm ise örgütsüzlüğün sonucundan başka birşey değil... örgütlenmek yeter, örgütlenmek bir bakıma görmeye başlamak demektir...

Ölülerin yanından onları görmeden geçip gitmek, çok eskiden beri insanlığın alışkanlığıdır.

Biz şimdiden yarı ölüyüz dedi doktor, Hayır yarı canlıyız diye karşılık verdi karısı.

...fikir değiştirmenin en kolay yolu sağlam bir umuda bel bağlamaktır.Onun böyle bir umudu var artık, umalım ki böyle sürsün...

Bence biz kör olmadık, biz zaten kördük, Gören körler mi, Gördüğü halde görmeyen körler.

Jose Saramago

30 Ekim 2020 Cuma

Bir Peynir...Grana Padano

İtalyan Grana Padano Parmesan Peyniri peynir Kralı Parmigiano Reggiano ile rekabet edebilecek birkaç peynirden biridir. 12. yüzyılda Chiaravalle’nin Cistercian rahipleri tarafından oluşturulmuş, hala kuzeydoğu İtalya’daki Po River Vadisi boyunca üretimi yapılmaktadır. İtalyan Grana Padano Parmesan Peyniri, pastörize edilmemiş, ardışık iki sağımdan elde edilen yarım yağlı inek sütünden pastörize edilmeden üretilmektedir ve genellikle bir-iki yıl olgunlaştırıldıktan sonra tüketime sunulmaktadır.

Peynir yapma işleminin sonunda, Grana Padano, kokulu, kuru ve pullanan iç kısımları koruyan sağlam, kalın ve derinden saman renginde bir kabuk geliştirir. Grana, İtalyanca’da ince taneli dokuya, yoğun bir şekilde tatlandırılmış bir tada sahip olan “grenli” anlamına gelir. İtalyan Grana Padano Parmesan Peyniri yaşlandıkça, lezzetler belirgin, lezzetli ve karmaşık hale gelir ve doku daha ufalanır hale gelir. Parmigiano Reggiano’ya benzemesine rağmen daha geniş bir alanda üretildiği için daha ucuzdur. Grana padano permigiano reggiano’ya göre daha ufak, daha yumuşak ve daha az karmaşık bir lezzete sahiptir.

İtalyan Grana Padano Parmesan Peyniri, 35 ila 45 cm çapında ve 15 ila 18 cm yüksekliğinde silindirik tekerlekler halinde tüketime sunulmaktadır. Farklı olgunlaşma aşamalarında satılmaktadır: Grana Padano (9 ila 16 ay), Grana Padano oltre 16 mesi (16 ayın üzerinde) ve Grana Padano Riserva (20 ayın üzerinde) olarak sınıflandırılmaktadır.



• Kırmızı şarapla çok iyi giden bir atıştırmalıktır.
• Genelde makarna, salata ve Carpaccio üzerine serpiştirilerek kullanılır.

29 Ekim 2020 Perşembe

Türklerin Tarihi Pasifik'den Akdeniz'e 2000 Yıl

Ortacağ'da Fransa'da yel değirmenlerine turquis denilirdi.

Fransizca da kiosque adıyla bilinen halka açık müzik ya da gazete bayilerimiz, Türklerin köşk adını verdikleri küçük, gösterişli binalardan devşirmedir

Hollandalıların Avrupa'ya Boğaziçinden taşıdıkları lale, tulipe adını, bu çiçeğin taç yapraklarının bir türbanı andırmasından dolayı tülbent sözcüğünden almıştır.

Türk, Türkçe konuşandır.

Türk adını taşıyanlar başlangıçta Altay dağlarında yaşayan demirci bir halktır.

Hristiyanlıktan hemen önceki dönemde, uzun boylu, sarışın, mavi gözlü paleo Asyalılar ya da Türkleştirilmiş Hint-Avrupalılar olması gereken insanlardan oluşan Kırgız halkından Türk olarak söz edilir...Türkler dışardan evlenme eğilimde oldukları ve eşlerini Türk olmayanlar arasından seçtikleri, rastladıkları her kavimle karıştıkları,dilleri çok büyük bir çekim gücüne sahip olduğu ve pek çok topluluk da bu dili benimsediği için...Türklerin hiçbir ırksal özelliği yoktur.

...günümüzden önce gerçek bir Türk Devletinin, yani çoğunluğunu Türklerin oluşturduğu, Türklerin yönettiği ve kendini Türk olarak kabul eden bir devletin hiç var olmadığı bile söylenebilir. TC kurulmasından önce tek istisnanın (T'u ku) Türük devleti olduğu söylenebilir.

Türk sözcüğü 19. yüzyılda köylüyü, kaba saba olan kişiyi anlatmak için kullanılmıştır.

Moliere..Kibarlık Budalası.."Şu Türkçe ne hayran kalınacak bir dil"...az sözcükle çok şey söyler

...Fransiz okurun Türkçe bir tümceyi,Fransizca bir tümceyi sonundan başına doğru okuyormuş gibi okuması gerekir.

Bu dilbilimsel yapı Türk karakterinin temel özelliklerini, onun ayrıntıdan esasa giden zihin yönetimini, mantığını, kesinlik, düzenlilik, belirli kurallara düşkünlük ile uyum ve denge eğilimini ortaya koymayı sağlar.

Türk dilinin uğradığı ilk önemli değişim Osmanlı yönetici sınıfının dini snobizminin sonucudur.Türk dilini çok sayıda Arapça ya da Farsça sözcük ve kural istila etmiştir.

Çağlar boyunca Türk dillerini yazmak için çeşitli alfabeler kullanıldı.Bunlardan en eskisi Runik yazı denilen alfabedir...Bu alfabe Turk fonolojisine iyi uyarlanmıştır...11. yüzyıla kadar kullanılmıştır...Uygur alfabesi Arap yazısını zorunlu kılıncaya kadar  kadar ulusal aracı olucaktı...Arap alfabesi Turk fonotiğine fazla uygun uymuyordu..20. yuzyıldan bu yana Türkiye Türkleri Latin alfabesini kullanıyorlar.

Kuşkusuz göçebelik Türklerin başta gelen yaşam tarzlarından biri olmuştur...kadının yüksek bir yeri ve göçebeliğin getirdiği doğal özelliklerden biri olarak özgürlüğü vardır.

Türkçe olabilecek en eski sözcük Tengri milattan önce 3.yüzyılda karşımıza çıkıyor...Hem gökyüzü hem de ulu tanrıyı anlatan bu sözcük...

...çinlilerin M.Ö. 201 yılında Türkçe konuştukları bilinen en eski topluluk olduklarını kanıtladıkları kırgızlar, antropolojik olarak Hint-Avrupa ya da paleo Asyalı gurubundadır.


Jean-Paul Roux