...bir daha asla geri gelmeyecek bir şeyi konu edindikleri içindir ki, devrimin kanlı yılları yalnızca sözcük, kuram ve tartışma olup çıktı, tülden daha hafif bir şey oldu, hiç kimseyi korkutmuyor artık.
...hafifletici koşul, bir yargıya varmaktan alıkoyar bizi.Öyle değil mi; ömrü uzun olmayan, geçip gitmekte olan bir şey konusunda nasıl yargıya varılabilir ki?
Benim Hitler'le bu uzlaşmam, temelde geriye dönmenin varolmaması üzerine kurulmuş bir dünyanın derin mi derin ahlaki çarpıklığının kanıtıdır.Çünkü böyle bir dünyada her şey daha baştan bağışlanır ve bu da demektir ki müstehzi bir sırıtışla her şeye izin verilir.
Sonsuza kadar yinelenme dünyasında her attığımız adıma dayanılmaz bir sorumluluğun ağırlığı gelir çöker.
Sonsuza kadar yinelenme yüklerin en ağrırıysa, bizim yaşamlarımız bu ağırlığın karşısında göz kamaştırıcı bir hafiflik içinde belirmektedir.
...Yük ne kadar ağır olursa, yaşamlarımız o denli yaklaşır yeryüzüne, daha gerçek, daha içten olur....İşi tersten ele alırsak; bir yükten mutlak biçimde yoksun olmak insanoğlunu havadan daha hafif kılar...bu dünyadan ve dünyasal varlığından ayrılır, yalnızca yarı yarıya gerçek olur, devinimleri önemsizleştiği ölçüde özgürleşir.
Hangisini seçmeli o halde? Ağırlığı mı hafifliği mi?
Sadece bir tek hayat yaşadığımız için bu hayatı öncekilerle karşılaştıramaz ya da kusurlarımızı gelecekteki hayatlarımızda gideremeyiz.
Yaşam öncesi ilk prova yaşamın ta kendisiyse, ne değeri olabilir yaşamanın?
"Einmal ist keinmal"...Sadece bir kere olan şey, diyor Alman özdeyişi, hiç olmamış sayılır.
"compassion"...merhamet duymak sadece başkasının başına gelen talihsizliklere katlanabilmek değil, her türlü duygu yoğunluğunu -sevinç, kaygı, mutluluk, acı- onunla paylaşabilmek anlamına gelir.
İçinde yaşadığı yeri terk etmek isteyen kişi mutsuz kişidir.
Elinden hiçbir şey gelmeyeceğini anladığında bir balyoz inmişti sanki kafasına ama bu durum bir yandan da garip biçimde huzur veriyordu.Hiç kimse onu bir karar almaya zorlamıyordu.
Yedi yıl Tereza'nın kölesi olarak yaşamıştı...Birdenbire çok daha hafifledi adımları...varolmanın o güzelim hafifliğini tadıyordu.
Merhamet, sevecenlik, o ortak yaşanan duygu hasta etti beni, diyordu kendi kendine.
...benzerini bundan daha önce hiç tanımadığı bir ağırlıkta çarpıldı...çünkü sevecenlikten daha ağır bir şey yoktur dünyada.Kişinin kendi acısı bile, başkasıyla başkası için hissettiği, imgelemle yoğunlaşan ve yüzlerce yankıyla uzadıkça uzayan bir acı kadar ağır çekmez.
"es muss sein!"; gereklilik, ağırlık ve değer birbirinden ayrılmaz biçimde örülmüş üç kavramdır
Peki, sevecenliğin işkencesi daha ne kadar sürecekti?Bütün yaşamı boyunca?Bir yıl mı?...insan yaşanacak hayatı yalnızca bir tane olduğu için tutkusunun (sevecenliğinin) peşine düşsün mü düşmesin mi, bunu sınayacak deneyler yapamaz.
Yaşamının büyük aşkı "es muss sein!" (öyle olmalı) sınıfına değil, daha çok "es könnte auch anders sein!" (pekala başka türlü de olabilir) sınıfına giriyordu.
Ama aslını ararsanız, bir olay kendisini hazırlayan rastlantıların sayısı oranında önemli, anlamlı ve dikkate değer değil midir?
Rastlantıların, sadece rastlantıların söyleyecek bir sözü vardır bize. Gereklilikten doğan, olmasını beklediğimiz, günbegün yinelen her şey dilsizdir.
Gereklilik büyülü çözümler tanımaz - bunlar rastlantının işidir.Bir aşk unutulmaz olucaksa eğer, küçük rastlantılar..hemen o an kanat çırpa çırpa gökten aşağı süzülmelidir.
Birey, güzellik duygusunun önderliği altında, rastlantısal bir olayı bir motife dönüştürür, giderek bu motif bireyin yaşamının örgüsünde değişmez bir yer kazanır...Kendisi farkına varmasa da, birey en sıkıntılı anlarında bile güzelliğin yasaları uyarınca örer yaşamını.
O halde gizemli kesişmelerin büyüsüne kapıldığı için romanı kınamamalı; asıl, gündelik yaşamındaki bu tür kesişmeleri göremediği için insanoğlunu kınamalı.Çünkü böylelikle yaşamını güzelliğin bir boyutundan yoksun bırakmaktadır insanoğlu.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder