Spaces of Hope(Umut Mekanları) (2000) has an utopian theme and indulges in speculative thinking about how an alternative world might look.
Ana sorun kapitalist sanayi ve metalaştırma sürecinin işçi nüfusunu homojen kılcağı varsayımında yatmaktadır.Bunun bir anlamda doğru olduğu kuşkusuzdur ama burada yeterince önemsenmeyen olgu, kapitalizmin aynı zamanda, kadim kültürel farkları, cinsiyet ilişkilerini,etnik eğilimleri ve dini inançları kullanarak işçiler arasında farklılık yaratabilmesidir.Bunu sadece açık bir burjuva stratejisi olan böl ve yönet kuralı aracalığıyla değil, aynı zamanda tüketim seçeneklerini grup farklılıklarına dönüştürecek mekanizmalar yaratarak yapar...Sınıf mücadelesi, coğrafi olarak bölünmüş bir dizi komüniter çıkar olarak kolayca çözülür ve burjuva güçleri tarafından kolayca iç edilir veya neoliberal piyasa mekanizmalarının güdümüyle sömürülür hale getirilir.
Sınıflar arası eşitsizlikler konusunda Birleşmiş Milletler Kalkınma Raporu(1996) şöyle yazar:"1960-91 arasında en zenginlerin küresel gelir içindeki payı %70'ten %85'e çıkmış, en yoksulların payı ise %2,3'ten %1,4,e düşmüştür." 1991'e gelindiğinde "dünya nüfusunun %85'ten fazlası toplam gelirin sadece %15'ini elde ediyordu."
John Gray(1998) "küresel serbest piyasa ütopyası insani açıdan henüz komünizm kadar bedel ödettirmediyse de, yol açtığı acılar açısından bir süre sonra komünizmle boy ölçüşecek duruma gelebilir."
Neoliberalizm bize "insanlık yerine borsa değer endekslerini, onur yerine sefaletin küreselleşmesini, umut yerine boşluk, yaşam yerine terör enternasyoneli" sunar.
Anti-kapitalist mücadelede "hepimiz birimiz için, birimiz hepimiz için" sloganı, siyasal eylem açısından hayati önem taşımaya devam etmektedir.
Sosyalist dava, eşitliğin koşulunu yaratmak olduğu kadar, o tatsız homojenlikten kurtulmak olmalıdır kuşkusuz...Toplumun nasıl işleyeceği,toplumsal ilişkilerin nasıl tasarlanacağı ve insan potansiyelinin nasıl gerçekleşeceği hakkında alternatif bir vizyon olan sosyalizmin kendiside bu noktada kavramsal çalışmanın odağı olur.
Marx'ın dediği gibi:
"Emekçinin edindiği hoşnutluk artmış olsa da, parasının yettiği toplumsal tatmin düzeyi kapitalistin artan hoşnutluğuna kıyasla düşmüştür.İhtiyaç ve hazlarımızın kaynağı toplumdur; dolayısıyla bunları topluma göre ölçeriz, tatmin sağlayan nesnelere göre değil.İhtiyaç ve hazlar toplumsal olduklarına göre, görelidirler."
Siyasal düşünce ve olasılıklar anlamında çok zengin olan kişi, birey, benlik ve kimlik gibi kavramlar, bedensel indirgemeciliğin külleri arasından anka kuşu gibi havalanarak, siyasal eyleme rehber olacak kavramlar göğünde yerlerini alırlar.Marx değişken sermaye kavramının cansız edilgenliğini "yaşayan emek" kavramıyla veya daha geniş terimlerle , kapitalist birikim sürecine kendi gömülmüşlüğünün tarihi ve coğrafi koşullarını yeniden tanımlamak için mücadele veren "kendi için sınıf" ile kıyasladığında aklında bu vardı.
Marx:
"Özgürlük alanı, zorunluluk ve dünyevi kaygılarla belirlenen emeğin son bulduğu noktada başlar; dolayısıyla özgürlük , doğası gereği, var olan maddi üretim alanının ötesindedir.İlkel insan ihtiyaçlarını karşılamak, yaşamını devam ettirip yeniden üretmek için Doğa ile nasıl boğuşmak durumundaysa, medeni insan da tüm toplumsal oluşumlar ve her türlü üretim tarzı içinde aynı durumdadır.İnsanlık geliştikçe, ihtiyaçlarındaki artış sonucu fiziksel zorunluluklar dünyası da genişler, ama aynı zamanda bu ihtiyaçları karşılayan üretim araçları da artar.Bu alanda özgürlüğü getirebilecek tek şey, toplumsallaşmış insanların,yani üretenlerin birleşip Doğa'yla olan etkileşimlerini akılcı yollarla çözmeleri, Doğa'nın amaçsız güçleri tarafından yönetilmek yerine onu toplu kontrolleri altına almaları ve bunu insan doğasına en yakışır koşullarda, en az enerjiyi harcayarak başarmalarıdır...İşgününün kısalmalı bunun temel ön koşuludur."
"Ütopyanın dahil olmadığı bir dünya haritası göz atmaya bile değmez" Oscar Wilde
...burjuvazinin toplumsal sorunlara önerdiği tek çözümün, sorunları bir yerden bir yere nakletmek olduğu tespitiyle tam bir uyum içinde.
Unger'in ifade ettiği gibi "gerçekleşmesi imkansız gibi görünen düşler ile umurumuzda olmayan gidişat arasında bölünmüş" gibiyiz.Seçeneklerimiz gercekten de "Düşler Fabrikası" ile hiçlik arasına mı sıkıştı?
Robert Park:
"Zira kent ve kentsel ortam,insanın içinde bulunduğu dünyayı kendi arzuladığı şekle sokma çabasının en tutarlı ve genel anlamda en başarılı anını temsil eder.Ama insanın yarattığı dünya olan kent, bundan böyle yaşamaya mahkum olduğu dünyadır.Dolayımlı olarak ve üstlendiği işin doğasını tam anlamaksızın insan, şehri inşa ederken kendini de yeniden inşa etmiştir."
Eşit olmayanların eşit muameleye tabi tutulması kadar eşitlikten uzak bir şey yoktur.
Piyasanın serbestliği ancak kanunlar, otorite, güç ve en uç durumlarda şiddetle temin edilebilir.Devlet iktidarı genelde şiddet araçlarının tekeli olarak anlaşıldığı için, serbest piyasa işleyebilmek için devlet ve türdeş kurumlara ihtiyaç duyar.
Margaret Thatcher,İngiltere'de serbest piyasa felsefesini ancak devlet gücünü acımasızca kullanarak(örneğin grevleri bastırmak için polis şiddeti, akademik araştırmaların sıkı gözetim altına alınması) ve milliyetçi duygulara hitap ederek gerçekleştirdi.
Rekabetçi kapitalizm gibi görünen bir yüzey cilasının altında, zorla empoze edilen derin bir işbirliği ve ittifak katmanı bulunur o halde...
Eğer kapitalizm tüm repertuarı harekete geçirmeden ayakta kalamıyorsa, o halde sosyalizmin amacı bu temel repertuarda ki tüm öğelerin farklı bir biçimde nasıl birleştirilebileceğini bulmaktır....Örneğin rekabet asla yok edilemez.
Foucault'nun denemesinin temelinde "kaçış" teması vardır."Gemisiz medeniyetlerde hayaller kuruyup kalır, maceranın yerini ispiyonculuk, korsanların yerini polis alır."
Wilson'un biyolojik indirgemecilikten ziyade geleneksek hümanizm kokan ifadesine göre, "yakında kendi içimizin derinliklerine bakıp neye dönüşmeyi arzuladığımıza karar vermemiz gerekir."
...Oysa alternatifler konusunda herhangi bir sohbet gerçekleştirebileceksek, ortak bir dil veya en azından farklı diller arasında çeviriyi mümkün kılmanın yolunu bulmalıyız.Bu zeminin olmadığı yerde karar zeminini otorite, söylemsel şiddet ve hegemonik pratikler oluşturur...
George Perkins Marsh'ın 1864'te yayımladığı harikulade kitabı İnsan ve Doğa'da:
"...İnsanın işleyip biçimlendirdiği fiziksel devrimlerin hepsi insan çıkarlarına zararlı olmamıştır...Ama insan dünyasının kendisine tüketim için verilmediğine, hele har vurup harman savurmak için hiç verilmediğini, yalnızca yararlanmak için verildiğini çoktan unutmuştur...Fakat insan her gittiği yerde dengeleri bozan bir faildir.Nereye ayak bassa, doğanın uyumuna nifak sokar..."
Ütopik bir hareket olarak komüniterlik, bireysel menfaat arayışı ve "haklar söylemine" değil, yurttaşlığa ve kolektif özdeşleşme ve sorumluluklara öncelik verir.
...bir cemaatin yeniden yapılandırılması ve yeniden hayal edilmesinin ilerici olabilmesi için, daha genelleşmiş radikal ve asi bir siyasete yolun bir yerinde bağlanması gerekir.Bu da nasıl tanımlanırsa tanımlansın, radikal bir projenin varlığını gerektirir.
Diyalektik ütopyacılık, uzun dönemli ve sürekli kılınacak tarihi-coğrafi devrim perspektifini gerektirir.
Marx ve Keynes'in ikiside sistemi iten ya da yeni yönlere ve uzamlara çeken gücün, spekülatif tutku ve beklentileri olduğunu anlamışlardı.
Ölüm yoğun bir üzüntü ve anma anı olarak, ruhun kökenlerine ebediyen döndüğü an olarak, bir yaşam boyunca başarılmış herşeyin bir sonraki kuşağa aktarıldığı an olarak görülür.
...İnsan doğasının gerçek doğası ne olabilir?
David Harvey
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder