Karşımda yalnızca, bir sıkıntı duvarıyla kuşatılmış, taş kesilmiş bir şimdi var.Irmağın karşı kıyısı, karşıda bulunduğuna göre, asla bu taraftaki kıyı değil, çektiğim acıların tek sebebi de bu.
...birçok ıstırabı kendinde toplamıştı adeta, mahrumiyet, bunalım, kayıtsızlıktan doğan acı, ki kayıtsızlık da zaten aşırı acı çekmekten olur.
Hiçbir şey olmaksızın yücelmek, geceleri kazandığım ne muhteşem bir zafer bu!
Hayattan çok az şey istedim - ama o, o kadarını bile esirgedi benden.Azıcık güneş, kırlar, bir lokma ekmek, bir lokma huzur, canımı fazla yakmayacak bir yaşama bilincim olsun ve...
Ah, evet anladım! Patron Vasques hayat'ın ta kendisi! Bize hükmeden ve hakkında neredeyse hiçbir şey bilmediğimiz, tekdüze ve gerekli Hayat'ın.
Hissettiklerimle manzaralar çiziyorum ben.
...aramızda geçen konuşmadan en az anımsadığım, o sırada sarf edilen sözler olur - hem onunkiler, hem benimkiler.
Gördüklerimin hepsi düşten ve göz aldanmasından ibaret...
Hayata ayak uydurmamızın tek yolu, kendi kendimizle uyumsuz olmak.
Müziğin ya da düşün hafif bir soluğu, ne olursa olsun, yeter ki öyle ya da böyle bir şey hissetmemizi sağlasın, ne olursa olsun, yeter ki düşünmekten bizi alıkoysun.
Benim gibi yaşayan bir insan ölmez: Biter, solar, bitkisel hayata girer.Bulunduğunuz yer varlığını sizsiz sürdürür, geçtiğiniz sokak görülmez olduğunuz halde yaşar, içinde yaşadığınız ev, siz olmayan sizi barındırır.Hepsi budur ve biz buna hiçlik deriz...
"Çünkü gördüğüm şeylerin boyundayım ben,
Kendi boyumda değil."
Mağazalarda çalışanlar, bürolarda ayak işleri yapanlar ya da küçük tüccarlar...Hepsinin geleceği, benimki gibi, geride kalmış.
Sadece acı bizi büyütür, acının göğsünde bekleyen sıkıntı, tıpkı eski kahramanların torunları gibi bir simgeye benzer.
İnsan ruhunun bütün ömrü, loş ışıktaki kıpırdanmakla geçer. Bilincin yarı karanlığında, olduğumuz ya da olduğumuzu varsaydığımız şeye asla uyum sağlayamadan yaşarız.
Ah, nasıl da isterdim hiç olmazsa bir ruha biraz zehir, huzursuzluk, şaşkınlık katmayı...Ama sözlerimin karşısında titreyen tek bir ruh var mı? Beni duyabilecek tek bir varlık var mı, benden başka?
Sıradan insan için, hissetmek yaşamaktır, yaşamayı bilmektir.Ben ise, yaşamak düşünmektir, derim; hissetmek ise düşünmeyi beslemekten başka işe yaramaz.
"Ruhum hayatımdan yoruldu." Eyüp'ün kitabından
Hayatla aramda ince bir cam var. Açıkça görmeme ve anlamama rağmen dokunamıyorum hayata.
...heyecanını algıladığımız şu kıyılarda, hangi denizlerdir içimizde yankılanan! Yitirilmiş olan, istenmiş olması gereken, yanlışlıkla elde edilen ve kazanılan şey; sevip yitirdiğimiz, yitirdikten ve sırf bunun için sevdikten sonra ilk başta sevmediğimizi fark ettiğimiz şey; bir anı olduğu halde heyecan sandığımız şey; deniz kıyısındaki gece gezintim sürmekteyken gecenin en derin yerinden olanca heybetiyle, gürültüyle gelen, kumsala narin köpükler saçan taze okyanus...
Her şey için ayrı ayrı hissetmeye kalktığımda ne çok ölüyorum!
En çok anlamak yoruyor bizi.Yaşamak, düşünmemektir.
İnsan hayata özen gösterdikçe, düş dünyasıyla ilgilenemez olur.İktidar sahibi olmak isteyen, bayalığın ötesine geçmelidir.
Hiç görmemiş olduğum her şeyi göreli çok oldu.
Henüz görmemiş olduğum her şeyi göreli çok oldu.
Ah, düşsünler yollara var olmayanlar...Ama düşünenler ve hissedenler, hayata karşı uyanık olanlar; trenlerin, arabaların ve gemilerin korkunç isterisi yüzünden, ne uyuyabilir, ne de uyanık kalabilirler.
Vazgeçmek, kendimizi özgür kılmamız demek.Hiç bir şey istememek ise, güç sahibi olmak anlamına gelir.
"Her şey idim; hiçbir şeye değmezmiş." Septimus Severus
Hissetmek ne büyük bir ağırlık!Hissetmek zorunda olmak ne büyük bir ağırlık!
Derin duyarlılığın, hayat tecrübesiyle hiçbir ilgisi yoktur...Asıl tecrübe gerçekle olan bağı azaltmak, ama o bağı aha yoğun tahlil etmek demektir.Duyarlılık böyle gelişir, derinleşir, çünkü her şey bizdedir, yeter ki aramayı bilelim.
...gerçekleşebilir olanı düşlersen, o zaman sahici düş kırıklığı diye bir şeyin gerçekten var olabileceğini anlarsın...Bize olanaksızı vaat eden düş, zaten böylelikle bizi en baştan, ondan mahrum etmiş olur; ama gerçekleşebilir olanı vaat eden düş hayatın kendisine müdahale eder, çözümü de ondan bekler.
Kader'in oldum olası en büyük eğlencesi, kendine ait şeylere karşı bende sevgi ya da istek uyandırmak olmuştur, sırf ertesi gün o şeye sahip olmadığımı, asla da olamayacağımı göreyim diye.
Kırda sabah var olur, şehirlerde ise, vaat eder.Biri yaşatır, öteki düşündürür....ben de, düşünmenin yaşamaya yeğ olduğunu hissedeceğim daima.
Sevilmek, gercekten sevilmek nasıl büyük bir yorgunluktur! Başkasının heyecanlarının yükü haline gelmek nasıl bir yorgunluktur!
Başkalarına hükmetmeye ihtiyaç duymak, onlara ihtiyaç duymak anlamına gelir.Dolayısıyla şef, başkalarına bağımlıdır.
Eylemek, kendine karşı tepki göstermektir.Etkilemek, kendinden çıkmaktır.
Sahip olan, kaybeder.Bir şeye sahip olmaksızın hissedeceğini hisseden ise o şeyi korumuş olur, çünkü o şeyin içinden özünü çekip almasını bilmiştir.
Aşkın hallerini anlamak için, aşkı yaşamaktansa bastırmak daha iyidir.
Berrak bir şekilde görebilmenin yolu hiç eylemde bulunmamaktan geçer.
Yaşadığımız yerde ne yaşanıyorsa, aslında bizde yaşanır.Gördüklerimiz arasında sona eren şeyler, bizde sona erer.Var olmuş insanlar - var oldukları sırada görmüşsek - yok olduklarında bizden koparılmıştır.
Hissetme yetisine sahip bir insanı ne soyut sarhoşluklar, ne maddi alemin harikaları tatmin edebilir.
Dünya hiçbir şey hissetmeyenlere aittir.Eylem adamı olmanın birinci şartı duyarsız olmaktır...Her eylem doğası gereği kişiliğimizi dış dünyaya yansıtır...kişiliğimizi yansıttığımız zaman esas olarak bir başkasının yolunu kesmiş, eyleme biçimimizle ötekileri huzursuz etmiş, yaralamış, ezmiş oluruz.
Birine yakınlık duyduğumuz zaman her şey biter...,çünkü eylem adamı ona da aynı şekilde davranır:ayağıyla iter ya da üzerinden atlayıp geçer.
Sanat, eylemin mecburen unuttuğu duyarlılığa ulaşmanın yoludur.
Bütün eylem adamları esasında enerjik ve iyimserdir, çünkü hiçbir şey hissetmezseniz mutlu olursunuz.Bir eylem adamını hep keyifli olmasından tanırsınız...Başkalarını yönetebilmenin yolu neşeli bir micaza sahip olmaktır, çünkü hüzün, hisleri olanların harcıdır.
Ruhum gizli bir orkestra; bilemediğim çalgılar çalınıyor, kemanlar ve arplar, kudümler ve davullar içimde yankılanıyor.Kendime ancak bir senfoni diyebilirim
Çaba sarf etmek suçtur; çünkü her eylemle bir düş ölür.
Mutsuzluğunun farkında olmayan bunca insanın mutluluğu beni ürpertiyor.İnsani hayatları, gerçekten duyarlı olsalar sonsuz acı verecek olaylarla dolu.
Düş adamı, hayal ettiği zaman yaşamadığı için ölür; eylem adamı ise, yaşarken hayal kuramamaktan mustariptir.
Hiç düşündün mü ne kadar cahiliyiz birbirimizin? Birbirimizi görmeden görüyoruz birbirimizi. Birbirimizi duyuyor ve sadece kendi içimizdeki sese kulak veriyoruz.
...Hissedilmiş olan neyse, yaşanmış olan da odur.
En çok yaşadığımız zaman, çok düşündüğümüz zamandır.
Otların arasına uzanmış, uzaktan üç hasatçıyı seyreden bir İngiliz şairin bir sözü vardır: "Dördüncü bir hasatçı var, o da benim."
Ne uzun yaşadım hiç yaşamaksızın! Ne çok düşündüm hiç düşünmeksizin!
Yorgunluk bir keyif olabilir ve keyifte hep biraz keder vardır.
Heine, büyük trajedilerin ardından son noktayı sümkürerek koyarız, demişti...Hayat bilincine varsak çekilmez hale gelirdi.Neyse ki buna kalkışmıyoruz bile.
Bilmeden mutluluk olmaz.Ama mutluluğu bilmek de kendi içinde üzücüdür; çünkü insanın kendi mutluluğunu bilmesi, aynı zamanda mutlu anları aşması, dolayısıyla onları hemen ardında bırakması demektir....Ne yapmalı?...mutluluğu hissettiğimiz anda, hissettiğimizden başka hiçbir şey düşünmeksizin mutlu olmalı, geri kalanı, geri kalan her şeyi dışlamalı.
Ne olursa olsun, acı önünde sonunda gözlem penceresinden, düşünce kapısından girecektir.
Sevgi vermek, sevgiyi kaybetmek demektir.
Hayata sırt çevirelim, kendimize sırt çevirmemek için.
Kadın - ideal düş kaynağı.Sakın el sürme.
Varlıkların kendisinden değil, uyandırdıkları düşüncülerden ve düşlerden zevk almayı öğren.
İnsanın kendine kurabileceği en büyük imparatorluk, bedeniyle, ruhuyla kendini, kaderin hayatını geçirmesini emrettiği yer ve alan olarak değerlendirip, kendine karşı duyarsızlaşmasıdır.
Kendi gözümüzde küçülmemek için, hırs, tutku, arzu ya da umut beslememeye, atılımlar yapmamaya, coşkusuz yaşamaya alışalım, yeter.
Günün birinde sevilmek, bir yabancıyla senlibenli konuşmak kadar imkansız gelir bana.
Hayyam'ın sıkıntı...asil ve derindir...Süleyman'ın lafına gelmiş bir sıkıntıdır: "Gördüm ki her şey boşmuş, ruhun çektiği acılardan ibaretmiş."
Hayat, onu ne hale getiriyorsak odur.Yolculuklar, yolcuların kendisidir.Gördüğümüz, gördüğümüzden değil, biz her neysek, ondan ibarettir.
Konuşmak, başkalarına haddinden fazla ilgi göstermek demek.
İnsanlığın bütün trajedesi...düşüncelere daldığımız sırada yanımızda olanların, asla düşündüğümüz gibi olmadığını ortaya koyuyor bu.
Sevmek, kendini vermektir.İnsan ne kadar çok verirse, aşk da o kadar büyük olur.Ama kendini tamamen vermek ötekinin bilincini de ortaya sermek olur.Dolayısıyla aşkların en büyüğü ölüm, unutuş ya da vazgeçiştir.
Aşk pratiğe dökülmesi gereken bir gizemcilik, sırf gerçekleştirilmek üzere hayal edilmiş bir imkansızlıktır.
Hayal etmek, kendini bulmak demektir...Ruhundaki manzaraların peşine düşeceksin...Hayal kurma sanatı zordur, çünkü bütün çabaların çaba harcamamaya yoğunlaşmaktan ibaret olduğu bir edilgenlik sanatıdır.
Sanat, bir yalnızlıktır.
Bilinen herhangi bir liman değildi yola çıktığım yer.hangi limandı, bugün hala bilmem, çünkü hiç gitmedim.Zaten yolculuğun kutsal amacı, var olmayan limanları keşfetmekti.
Fernando Pessoa