adsense

31 Ekim 2021 Pazar

Mavi Oktay Defterleri


 notların kopuk kopuk olması sürüklemiyor...C.E

Milena'ya Mektuplar

Sanırım Milena...O kadar çekingen ve ürkeğiz ki...hemen her mektup bir öncekinden korkuyor, gelecek cevaptansa daha da fazla korkuyoruz...

Bazen, karşılıklı iki kapısı olan bir odamız varmış gibi geliyor; ikimiz de kendi kapımızın kolunu tutuyoruz, birimiz gözünü kırpsa, diğerimizi kendi kapısını ardına kadar açıyor ve ilki tek söz söylemeye kalksa, ikincisi kesinlikle çoktan kapıyı arkasından kilitlemiş ve gözden kaybolmuş oluyor...İlki ikincisine bu kadar benzemese, sakin olsa, ötekine bakmıyormuş gibi davransa, odayı sanki herhangi bir odaymış gibi yavaş yavaş düzene sokacak; ama bunun yerine, o da kapısının orada aynı şeyi yapıyor...

Ne söyleyeceğim belli de, nasıl söyleyeceğimi bilmiyorum.

Kocanla senin uğruna mücadele etmiyorum, o mücadele yalnızca senin içinde; mücadelenin sonucu kocana ve bana bağlı olsaydı, her şey çoktan sona ermiş olurdu.

O zirve, bana gelmek istediğinde - benim yanıma dibe,senin bakış açınla azıcık bile değil, hiçbir şey görülemeyecek kadar dibe gelmek için bütün dünyadan vazgeçmek istediğinde, bu amaç uğruna -tuhaf, çok tuhaf bir şekilde! - aşağı inmek değil, insanüstü bir çabayla yukarı, kendi üzerine, kendi üzerine çıkmak zorunda kalman; öyle güçlü bir çaba ki, bunu yaparken belki parçalanıyor, düşüyor, kayboluyorsun.

Durmadan sormak istiyor, uyuyamamak demek, sormak demek; zaten cevabı bulsa, uyumayı başarırdı.

Ne olur o günleri nasıl geçirebileceğimizi anlatma Milena, bunu yaparak bana nerdeyse işkence ediyorsun...sürekli ihtimaline sahip olmayı tercih ediyorum.

...her zamanki gibi her şeye cevap vermen ama aslında her şeye cevap vermemen...Eğer bir şey saklıyorsan, onu saklamanın da haklı bir nedeni vardır diye düşünüyorum.

Mektupları ikinci kez okumaya cesaret edemedim.İnsan neden doğru olanın bu çok özel, bu avutucu derecede intiharı andıran gerilimin içinde yaşamak olduğunu kabul etmez de ondan uzaklaşır ve böylelikle bütün o rahatı kaçmış, kudurmuş elektriği kendi vücuduna aktararak neredeyse yanıp küle döner ki.

...tek isteğim, mektuplarından yükselen yakınmaları bir şekilde yakalamak, söylediklerin değil de sakladıklarını, ki bunu yapabilirim, çünkü onlar aslında benim yakınmalarım.

Bu yanılgı, benim nasıl da sadece kendimi düşündüğümü kanıtlıyor; kendi içimde hapis olduğumu, senden sadece tutabildiğim kadarını tuttuğumu ve o kadarını kimse benden alamasın diye çöllere kaçmak istediğimi.

Seninle karşılıklı merhamet dileniyoruz; ben senden kabuğuma çekilebilmek için izin istiyorum, sen de benden - ama bunun mümkün olması, çelişkilerin en korkuncu.

İnsan kendi eksikliğine katlanmak zorundadır, her an için; oysa iki kişilik eksikliğe katlanmak zorunda değildir.

...her şey abartı, yalnız özlem gerçek, o abartılamaz.

Belki en çok seni sevdiğimi söylediğimde de söz konusu olan gerçekten sevgi değil; sevgi, senin içimde çevirip durduğum bıçak olman.

...kahrımdan aklımı kaçıracak gibi oluyorum ama bunun ne olduğunu ya da ileride ne olacağını bilmiyorum.Yalnızca yakında olacakları biliyorum: Sessizlik, karanlık, bir köşeye sinme; bunları biliyor ve boyun eğiyorum, başka türlüsü elimden gelmiyor.

...sana yazacak o kadar fazla ve önemli şey var ki, hiçbir boş zaman bunun için gereken tüm gücü toplamaya yetecek kadar boş değildi.

..hiç bir şey fark etmiyorlardı, dünyalarına benim varlığımla ilgili hiçbir şey girmiyordu..bu varlık bir ırmaksa, en azından ırmağın güçlü bir kolu dünyalarının dışından geçiyordu.

Ben sadece acıdan korkunç korkarım.Bu, kötüye işaret.Ölümü istemek ama acıları istememek, kötüye işaret bu.

Senin benim için değerin Milena...sana her gün yolladığım şu kağıt parçalarında yazılı değil...yine mektuplarda artan acizliğim,sana karşı da kendime karşı da acizim....Ve seninle ilgili her şey hala söylenmemiş olarak duruyor, tabii bunlar genellikle senin kendi mektuplarında var...benim korktuğum, şeytanın kutsanmış yerden kaçması gibi kaçtığım bölümlerinde.

Milena'dan..

Bence biz hepimiz, bütün dünya ve bütün insanlar, hastayız ve tek sağlıklı olan o; gerçekten kavrayan ve gerçekten hisseden tek saf ve temiz insan o...Onunla gitmeyi başarabilseydim, benimle mutlu yaşayabilirdi.

İki insan birlikte yaşamak için evlenir.Olağanüstü güzel, sıra dışı bir hediye olan bu imkana neden bir de mutluluğun eklenmesi gerekiyor ki?(Yuvadaki Şeytan)

Fakat evlilik zordur; çünkü kişi bağlandığı andan itibaren, evliliğin kendisine sunmadığı her şeyden vazgeçmek durumunda kalır.Bu da modern evliliğin çuvallamasına neden olan ikinci noktadır.(Yuvadaki Şeytan)

Bir insanı tanımak, inanılmaz zor bir iştir.Bir insanı ilk olarak baş başa bir sohbetin ilk yarım saatinde ve ikinci kez, ancak on yıl birlikte yaşadıktan sonra tanıyabileceğimizi söylersem, sanırım abartmış olmam.(Yuvadaki Şeytan)

Her insan kendi içinde sınırları belli olan bir dünyadır.Aksine, bir insan ne kadar kendine has olursa, bütünselliğe o kadar yakındır.İmkanları, yetenekleri ne kadar azsa, bu imkan ve yetenekler o kadar derin ve esaslıdır. (Yuvadaki Şeytan)

FRANZ KAFKA

28 Ekim 2021 Perşembe

Kalp (2)

 "En zor savaş,
kafanda bildiklerinle,
kalbinde hissettiklerinin arasındadır." 



Biraz da Film...Meet Joe Black

"William Parrish: Love is passion, obsession, someone you can't live without. If you don't start with that, what are you going to end up with? Fall head over heels. I say find someone you can love like crazy and who'll love you the same way back. And how do you find him? Forget your head and listen to your heart. I'm not hearing any heart. Run the risk, if you get hurt, you'll come back. Because, the truth is there is no sense living your life without this. To make the journey and not fall deeply in love - well, you haven't lived a life at all. You have to try. Because if you haven't tried, you haven't lived."

"Susan Parrish:Because men who never say anything about themselves, they're always married..."

"William Parrish:I thought I was going to sneak away tonight. What a glorious night! Every face I see is a memory. It may not be a perfectly... perfect memory. Sometimes we've had our ups and downs, but we're all together, And you're mine, for a night. And I'm going to break precedence and tell you my one candle wish: that you would have a life, as lucky as mine where you can wake up one morning and say, "I don't want anything more." 65 years, don't they go by in a blink?"

“- William Parrish: How perfect for you, to take whatever you want because it pleases you. That's not love.
- Joe Black: Then what is it?
- William Parrish: Some aimless infatuation which, for the moment, you feel like indulging, it's missing everything that matters.”
Joe Black:Which is what?
William Parrish:Trust, responsibility, taking the weight for your choices and feelings, and spending the rest of your life living up to them. And above all, not hurting the object of your love."

"Jamaican Woman:It nice it happen to you. Like you come to the island and had a holiday. Sun didn't burn you red-red, just brown. You sleep and no mosquito eat you. But the truth is, it bound to happen if you stay long enough. So take that nice picture you got in your head home with you, but don't be fooled. We lonely here mostly."

“- William Parrish: It's hard to let go, isn't it?
- Joe Black: Yes it is, Bill.
- William Parrish: And that's life... what can I tell you?

24 Ekim 2021 Pazar

Kumarbaz

Elli ya da altmış yıl sonra,ilk babanın torunu büyükçe bir para toplamış olacak ve bunu oğluna bırakacak; ondan da oğluna kalacak ve bu böyle beş altı nesil sonra bir Rothschild, bir Hoppe veya buna benzer başka bir şey meydana çıkar. Muhteşem bir gösteri değil mi?Bir iki asırlık çalışmanın, çekilen sıkıntının, erdemin zaferi işte bu, akıllı olmak, para biriktirmek, damdaki leylek!...Bana sorarsınız, ben Ruslar gibi eğlenmeyi veya rulette para kazanmayı buna yeğlerim...Benim kendim için para kazanmaya ihtiyacım var ve sadece para biriktirmek için yaşamayı bir türlü anlamam.

...zevk daima yararlıdır.İsterse sadece küçük bir sinek üzerinde olsun, sınırsız ve mutlak bir güç insana zevk verir.İnsan yaratılışdan zorbadır; acı ve ıstırap çektirmeyi sever.Siz eziyet etmeyi, ıstırap çektirmeyi çok seviyorsunuz.

Fakat benim için en çok da mucize denilebilecek taraf, o olaylar karşısında benim takındığım tutumdur.Onu hala anlayabilmiş değilim!

O ihtişamlı rüya, ondan geriye kalan şeyler benim için o derece değerli ki onun dağılıp gitmesi korkusu ile hiçbir yeni şey yapmayayım.

Polina: "Beni satın al, ister misin?İster misin? Dex Grieux gibi elli bin frankla hem de?"

Belki de bu para, beklenilmeyen bu büyük para irademi kullanmamı engelliyordu.Belki ben de bunu istiyordum, kim bilir!

...halimin ne kadar berbat olduğunı kendilerinden daha iyi anladığımı bilselerdi, bana akıl vermeye kalkışmazlardı.Rulet, benim şansıma bir tek dönüş yapsa, aynı aklı verenler beni tebrik etmeye gelirlerdi!Yarın ben yeniden ayağa kalkabilirim!

..vakit kaybetmeden rulet oyanamaya gittim.Nasıl da heyecanlıydım!Hayır, hayır para için değildi bu.istediğim şey, yüksek sosyete bayanlarının, otel müdürlerinin ve Hinze'nin gururuma ve onuruma vurdukları darbelerin intikamını almaktı.Hepsinin de başarımın ve zaferimin önünde eğildiklerini görmek istiyordum

Dostoyevski

3 Ekim 2021 Pazar

Liderler En Son Yer

"Eğer yaptığınız şeyler diğerlerine daha çok hayal etmeleri, öğrenmeleri, uğraşmaları ve daha çok şeyler olabilmeleri için ilham veriyorsa siz bir lidersinizdir." George J. Flynn (ABD Deniz Piyade Kolordusu Emekli Korgenerali)

...başarılı olma ve organizasyonun çıkarlarına fayda sağlayan şeyleri yapma arzusu sadece yukarıdan gelen takdir ile körüklenmez...korumanın organizasyonun her seviyesinden geldiği bir kültürün unsurlarıdır bunlar...Herhangi bir organizasyonun bunu başarabilme yolu ise empatiden geçer.

...Güven kazanmak için önce kendisi güven vermeliydi.

Kilisenin sıralarında otururken, Chapman ve eşi bir evlilik törenini izlemekteydi.Damat dikilmiş, yaklaşan gelini izliyordu.Birbirlerine duydukları sevgi açıkca görülebiliyordu...Daha sonra geleneğin gerektirdiği gibi baba kızının elini müstakbel kocasına verdi.
"İşte bu!" diye fark etti Chapman.Kızını korumak için herşeyi yapabilecek baba şimdi bir tören eşliğinde bu ilginin sorumluluğunu bir başkasına teslim ediyordu...."Bir şirket için de aynısı geçerli" diye fark etti Chapman.

Liderler olarak, insanlarımızı korumak bizim yegane sorumluluğumuzdur.Karşılığında insalarımız birbirlerini koruyacak ve organizasyonu beraber ileri taşıyacaklardır.Grubun çalışanları veya üyesi olarak, diğer liderler yapmaz ise bizim birbirimizi gözetmek adına cesaretli olmamız gereklidir.

Liderin birincil rolu Çemberin içindekileri gözetmektir. (Güvenlik Çemberi)

İnsanlara doğrudan bize güvenmelerini söyleyemeyiz, büyük fikirler bulmaları için yol gösteremeyiz ve işbirliği yapmalarını kesinlikle isteyemeyiz.Bunlar sonuçlardır - çalıştığımız insanlar arasında güvende ve güveniliyor hissetmenin sonuçları.

2012 yılında Harvard ve Stanford'daki araştırma...Çalışma gösterdi ki liderler genelde onlar için çalışanlardan daha az stres yaşıyor..."Başka bir deyişle şöyle demek de mümkün: kendi hayatının kontrolünün elinde olduğu hissi sosyal basamaklarda daha yukarıda olmanın getirdiği daha büyük sorumluluğun stresini telafi ediyor."...Daha fazla kontrole sahip olduklarını düşünen, takdir beklemek yerine karar verme yetisi verilen kişiler daha az stres yaşıyor.

En iyi potansiyelimizi tehlikeyle grup olarak yüzleştiğimizde sergileriz...İnsanlar olarak içimize işlemiş ve biyolojik seviyede sosyal makineleriz.

...düpedüz kimyasal bağımlılarız...endorfin, dopamin,serotonin ve oksitosin...

Endorfin...fiziksel acıyı gizlemek...fiziksel acıyı sağladığı zevk hissi ile gizler. "Koşucu sarhoşluğu".

Dopamin..bir gelişim teşviki.."işte yaptım" hissi

Biz insanlar görüş odaklı insanlarız.Gözlerimiz diğer tüm duyularımızdan daha çok güveniriz..."Eğer hedelerinizi yazmazsanız, onları başaramazsınız."...Eğer daha fazlasını yaparsak performans primi alacağımızın söylenmesi motive edici ve yararlı değildir....ölçebileceğimiz bir şeyler verin, başarmaya daha yakın oluruz.

Serotinin...Liderlik kimyasalı...gurur hissidir.Diğerlerinin bizi sevdiği veya bize saygı duyduğunu algıladığımız zaman hissettiğimiz şeydir.Serotonin sayesinde sayılara değil, sadece insanlara karşı sorumluluk hissediyoruz.

Oksitosin...arkadaşlık, sevgi ve derin güven hissidir...İyilik yap, iyilik bul.

Bir güvenlik çemberi içerisinde aitmişiz gibi hissederiz...El sıkışma; Fiziksel temas güvenmeye olan ihtiyacımızı gösterir.

kortizol akışı...stres...sürekli olarak sistemimizde olmaması gerekir.

Kişiyi lider yapan şey ofisteki kıdemi değildirLiderlik resmi olsun ya da olmasın herhangi bir kıdemde başkalarına hizmet etmeyi seçmektir.Otorite sahip olup lider olmayan ve alt basamaklarda yer alıp gerçekten lider olan insanlar vardır.

Liderler bizler için kendilerinden bir şeyler verebilen kişilerdir.

Biz güvenlik çemberini etrafımızda hissettiğimizde, liderimizin vizyonunun hayata gelmesi için kan ter içinde elimizden gelen her şeyi yapmaya çalışırız.

...Yapabileceğimiz tek şey doğru kimyasalların doğru sebepler ile salgılandığı ortamlar yaratmaktır.

...Sadece insanların kurallara uyacağına güvenemeyiz, aynı zamanda onları ne zaman çiğnemeleri gerektiğini bilmelerine de güveniriz.Kurallar normal operasyonlar için vardır.

Kurallara veya teknolojiye "güvenemeyiz"...Gerçek güven sadece insanlar arasında vardır.

Liderlerin sorumlulukları insanlarına kuralları öğretmek, onları eğitmek, onlara yetki vermek ve özgüvenlerini inşa etmektir.Bu noktada, liderliğin geri adım atması ve insanlarına yaptıkları şey ve ne yapılacağı konusunda güvenmesi gerekir.

...cesaret yukarıdan gelir.Doğru şeyi yapma güvenimiz liderlerimiz tarafından ne kadar güvenildiğimizi hissettiğimiz tarafından belirlenir.

tek kullanımlık olarak görmeye başladığımız bir başka şey:insanlar...

bir sayıyı veya kaynağı bir insandan öne koymak...

Daha az şeye sahip olduğumuzda, sahip olduğumuz şeyleri paylaşmaya daha açık oluruz...Bu sadece iyi insanlar olduğu için değil, hayatta kalmaları paylaşıma dayalı olduğu içindir...

...bolluk ise iyi geçinebildiğimiz bir konsept değildir

Birçok Nazi'nin ve Alman'ın savaştan sonra yaptığı savunma daha az dramatikti."Başka seçeneğimiz yoktu." dediler "Sadece kuralları uyguluyorduk."..üstlerindeki kişileri sorumlu tutarak kişisel sorumluluklarından kaçındılar.

Milgram deneyi:..otoritede pozisyon sahibi biri bize ahlakın, doğru ve yanlış algımızın tamamen dışında emirler verirse bunları uygulayacak sıçanlar mıydık?...durmadan önce bir insana acı çektirmeye ne kadar devam edebilirsiniz...katılımcılar öğrencilerin içinde bulundukları acıyı duyamadıklarında ve göremediklerinde sadece 35'lik kısım devam etmeyi reddetti...deneyi sonuna kadar götürenlerden bilim insanarını suçlayarak haklı çıkarmaya çalıştılar...ne de olsa sadece söyleneni yapıyorlardı...devam etmeyi reddedenler daha büyük bir ahlaki zorunluluğa karşı kendilerini sorumlu hissettiklerinden yapmışlardı

İnsanlar ne kadar soyut hale gelirse, onlara zarar verebilmek o kadar kolay hale geliyor.

İlişkimiz soyut konseptler halini aldığında, doğal olarak görebileceğimiz en somut şeylere yöneliyoruz - ölçülere.

Şirketler hizmet ettikleri insanlara, ülkeye yada içinde bulundukları ekonomiye dair herhangi bir ahlaki sorumluluk duymadan kar yapmak amacıyla kanuna uyma tercihini kullanmaktadırlar...Apple..vergiden kaçınmayı başardı, İrlanda.

...ayaklanan on binlerce insanın kendi orduları tarafından öldürülmesi bir kişinin ölmesiyle aynı duygusal etkiye sahip olmuyor...İnsanları temsil etmesi için sayılar kullanmanın kötü yanlarından bir tanesi budur.Sayılar insanlarla olan bağını kaybeder ve anlamları olmayan, sadece sayılar haline gelirler...

...yapabileceğimiz belki en değerli şey insanları birer birer tanımaktır.

...internet...derin ve güven içeren ilişkileri satın alamaz...Güven..masada karşılıklı oturarak kurulur.İnsanları bağlamak el sıkışmayı gerektirir.

150 çalışan...Oxford Üniversitesi,prof. Dunbar...insanların temelde 150'den fazla ilişkiyi sürdüremediğini buldu.

Hangisine yardım etmek isterseniz? Bir çek yazan arkadaşınıza mı yoksa sizin için zaman ve çaba harcayan arkadaşınız mı?

Bizim için zaman ve enerji harcandığında oksitosin ve serotonin bizi iyi hissettirir..bize ilham sağlar.

Dünyamız sabırsızlık dünyasıdır.Ani tatmin dünyasıdır. Dopamin tarafından yönetilen bir dünyadır.

Yıkıcı Bolluk...ihtiyaç fazlasını toplum çin mi kendileri için mi...bencil hırsların özverili hırslar ile dengeli olmadığı zaman ortaya çıkar.

Zayıf bir kültürde "benim için doğru olan şey" yapmak için " doğru şeyi" yapmaktan kaçınırız.

Bir güvenlik çemberinin içerisinde insanlar başarılarına ve başarısızlıklarına, bildiklerine ve bilmediklerine güvenir ve bunları paylaşırlarsa, sonuçta ortaya yenilik çıkar.

..lider, bir şirketin iç tonunu her daim belirleyen kişidir.

Bir lider kendi zenginliğine ve gücüne ne kadar çok ilgi gösterirse, lider olarak hareket etmeyi bırakır ve daha çok zalimce davranışlar göstermeye başlar.

Artık mürettebatının emirlerini körü körüne izlemesine izin veremezdi...Artık herkesin sadece uygulamasına değil, düşünmesine de ihtiyaç vardı.

En iyi liderler bildiklerini paylaşır, görevleri yerine getirirken bilgili insanlardan yardım ister ve iletişim ağlarında yeni ilişkiler yaratmak için kendilerini tanıtırlar.

Liderlik bize duymak istediğimiz şeyi söylemekten değil, duymamız gereken şeyi söylemekten geçer...derin güven ve sadakati oluşturmak doğruyu söylemekle başlar.

"Eğer ortada bir çatışma varsa, birbirimizi tanımadan barış yapmak zordur." Harvard Müzakere Kurucusu Ury. "Birbirlerini insan olarak görmeleri ve birbirlerini dinlemeleri."

..lider gücü organizasyonun içerisinde dağıtma alçak gönüllüğüne sahip ise şirketin gücü bir kişie daha az bağımlı olur...bu modelde her şeyi yönetmek ve kontrol etmek yerine liderler tüm enerjilerini insanları eğitmeye, geliştirmeye ve korumaya adarlar - güvenlik çemberini - yönetirler..

İyi liderlik bir egzersiz gibidir...vücudumuzun görüntüsünü her gün karşılaştırarak bir gelişim göremeyiz...etkisi en iyi zaman içerisinde değerlendirilir.

Güvenlik çemberinden yararlananlar onu güçlü tutmak için çalışırlar.Sadakatin değeri budur.

Boyut büyüdükçe herşey daha soyut hale gelir.Her şey soyutlaştıkça ise bunları takip etmek için sayılara daha fazla ihtiyaç duyarız...Liderlik sayıların değil hayatların sorumluluğunu almaktır.

Sosyal medya 21. yüzyılın uyuşturucusudur...yan etkilerinden bir tanesi mutluluk ve tatmini bulmakta daha çok zorluk çekmesidir...Bu "gör ve elde et" nesli nerede durduklarına ve nereye gitmek istediklerine dair bilgiye sahipler, anlayamadıkları şey ise macera, bol bol zaman harcanması gereken macera.

Bilgiyi yaymanın müthiş bir aracı olan internet, insanları başkalarının içinde bulunduğu kötü durumdan haberdar etmekte çok iyidir, ancak bu kötü durumları hafifletmekteki yeteneği oldukça sınırlıdır.Diğer insanların içinde bulunduğu kötü durum bir teknoloji sorunu değil; insan sorunudur.İnsan sorunlarını ise sadece insanlar çözebilir.

En büyük zorluk...Bizi bir araya getiren şeylerden bir tanesi ortak bir yükümüzün olduğunu hissetmemektir. Daha az zorluk daha az işbirliği gerektiği anlamına gelir, bu da az oksitosin demektir.Doğal afetlerden önce pek azımız insanlara yardım eder, ancak sonrasında yardım etmeyi seçeriz....

...zorlukları paylaştığımız için hatırlarız.

Küçük bir şirket mücadele eder, çünkü hayatta kalmasını garanti edecek kaynaklara sahip değildir..Başarı ve başarısızlık arasındaki fark çoğu zaman sorunlarımızı üzerine düşünmek için insanların ne kadar iyi bir araya geldiği belirler...Aksine daha büyük şirketler..kaynaklara boğulmuştur.Motivasyon hayatta kalmaktan değil, büyümeden gelmektedir.Ancak büyümenin insan ruhunu tutuşturmayan soyur ve belirsiz bir varış noktası olduğunu biliyoruz....Gerçekten ilhan alabilmek için...var olamayan bir dünyanın vizyonuna ihtiyacımız var.Müthiş organizasyon liderleri işte bunu yapar.Mücadelenin çevrelerini o kadar ürkütücü belirler ki kimse ilk başta ne yapacağını ve nasıl çözeceğini bilemez.

...bize ilham veren attığımız küçük adımlar değil, büyük sıçramanın vizyonudur.

Liderlik çalışmayı gerektirir.Zaman ve enerji alır.Etkileri her zaman kolayca ölçülemez ve ani olmaz.Liderlik her daim insanlara adanmaktır.

Simon Sinek

2 Ekim 2021 Cumartesi

Suyu Arayan Adam

 Süreyya Aydemir (1897-1976), Tunalı bir göçmen ailesinin oğludur.

Tuna: Nehir 10 ülkeyi katederek Karadeniz'e dökülmektedir...Romanya ve Bulgaristan arasındaki ovalar, platolar ve dağlar Tuna nehrinin Alt havzasını oluşturmaktadır. Karadeniz'e ulaşmadan önce nehir 3 ana kola ayrılmakta ve 6.750 km² lik Tuna Deltası'nı şekillendirmektedir...Tuna nehri havzasını oluşturan ülkelere göre alan dağılımı şöyledir: Romanya (%29), Macaristan (%11,6)...

"Bir adam vardı, Suyu arıyordu.Toprağı üç kulaç kazdı.Suyu bulamadı.
On kulaç, on beş kulaç kazdı.gene bulamadı.
...suyu bulmaktan ümidini kesti.
Fakat bir ses ona:
-Daha derinlere in, daha derinlere! dedi.
Daha derinlere indi ve suyu buldu." Rama Krişma

Bizim mahallemiz bir göçmen mahallesiydi.Kırım'dan Dobruca'dan, Tuna kıyılarından...iki yüz yıldan beri hemen daima yenilen ordular, daima gerileyen sınırlarla beraber adım adım çekilerek buralara kadar sürülmüşlerdi....Edirne, şimdi artık bir sınır kalesiydi.

Biz Deli Orman'danmışız. (Kuzey Bulgaristan'da)

Sınırları çok yerde birbirine karışan mahalleyle mezarlık arasında içli dışlı, birbirini tamamlayan bir bağıntı vardı.Her evin bir parçası o mezarlıkta yaşıyor gibiydi...Dünya varlığı, ebedi hayatın kısa bir geçidi sayılırdı.

Bizim mahalle halkı için mektep, kitap ve okuyan insan, büyük ve mutlu varlıklardı...sokağa düşen her yazılı kağıt parçasını gören büyük küçük herkes, onu hemen yerden kaldırırdı.

...biz evvela bu isyanları, isyan eden milletlerin, ırkların, devletimizin idare tarzından bıkması şeklinde anlamıyorduk.

...'Padişahım çok yaşa'

23 Temmuz 1908...Meşrutiyet'in ilanı memlekette galiba daha ziyade biz çocukların anlayabileceğimiz bir şeydi.

Rumeli'de Anadolu deyince akla, daima bu ürkek askerlerle, kıtlık, fakirlik, eşkiyalık gelirdi...Hayır, Anadolu, Rumeli çocuklarının hayallerini dolduracak bir yer değildi.Bizim hayalimiz, o güne kadar, Tuna'da Kafkasya'da, Afrika'da, Hint kapılarında dolaşmıştı.Bizim kafamızda yaşattığımız rüya,bir cihan hakimiyetiydi.

...Gerçi biz evvelce de Türk'tük.Fakat kendimize Türk diyemezdik.Türk sözü, birçok ırkları, kavimleri birleştiren bir imparatorlukta, bir kavmin diğerleri üstünde tahakkümünü hatırlatır ve onları gücendirir diye düşünülüyordu....Halbuki bu imparatorlukta yaşayan diğer ırkların...kendi milletlerinin adıyla tanır ve öyle anarlardı...Fakat biz Türkler...Irkımız da bilmez, ya inkar ederdik.Milletimizin adı geçmek lazım geldiği zaman kendimize sadece:
-Osmanlı!
der geçerdik.Hatta dilimizin adı bile Türkçe değil, Osmanlıca'ydı...Reddedilen, inkar edilen Türk adına kimsenin sahip çıkmaması için her tedbir alınmıştı.Umumi kanaate göre Türk, kaba, görgüsüz ve kabiliyetsiz bir varlıktı.

1914...Yirmi yaşından kırk beş yaşına kadar herkes askere gidecekti.

Anadolu'yu biz Rumeli çocukları...yalnız hayalimizde yaşattık...Ama sonra gördük ki, bu hayal ve özlemle, gerçek Anadolu arasında, hiçbir benzerlik yoktur.Bu hayal kırıklığı bizim, hayat boyunca yaşadığımız nice hayal kırıklıklarının, en baş döndürücülerinden biri oldu.

-Hepiniz öleceksiniz! dedi.

...Bizler kendimizi, zaten bu ölüm için yetişmiş sayıyorduk...O zaman bizim neslimiz, kendisi için hiçbir hak düşünmeyen bir nesildi.Bize göre hak yok, vazife vardı.Vazife görülecek, can verilecek, şan vatana bağışlanacaktı.

-Peki ama, dersiniz; biz bin yıl önce girdiğimiz şu Anadolu topraklarına ne verdik?

Biz üç arkadaş, üçümüz de fakir çocuklarıydık...Fakat bizde toprak, hiçbir zaman bu kadar sefil değildi.Bizde sefalet, bütün varlığı bir uyuz eşekten ibaret olan bu bitmiş ihtiyarın yoksulluğuyla kıyaslanacak kadar derin olmamıştı.

Kayseri Kalesi topçusuna gel deseler giderdi.Gönderdiklerin daha geri gelmedi demezdi.Bize galiba bunun için "ordu millet" diyorlardı...İşte bu Kayseri topçusu, onun dönmeyen çocukları, benim dönmeyen ağabeylerim ve o yaşta ben...

O zaman Anadolu'da hiçbir şey, Anadolu'yu Kızılırmak kadar doğru aksettiremezdi...Sanki olduğu yerde eriyordu.Gittikçe kuruyan, gittikçe çölleşen bir dertli ırmaktı.

Bir toprağa bu kadar bağlı olanlar bir gün oradan koparlarsa, onların acısını anlatacak söz hakikaten bulunmaz.

...bizim askerler, teker teker fert olarak, dikkate değer bir varlık olmaktan ziyade, bir topluluk, bir küme unsuru idiler.Bu küme, bu toplum içinde her şeye kolayca ayak uydurabiliyordu.fakat bunlardan herhangi biri topluluktan ayrılıp da tek başına kaldığı zaman, müstakil bir hareket yolu tayininden hemen daima aciz kalırdı....Ama topluluk halinde varoluş, anadolu halkının herhalde öz bir vasfı idi.

...Daha ilk derste belli oldu ki bu bölükte, hangi dinden olduğumuzu doğru dürüst ve kesin olarak bilen kimse de yoktu....Askerlerin bir kısmı, kendi isimlerini değil de başka adları taşıyorlardı.Künyelerinde yazılı şeyler, asıl doğdukları veya kayıtlı oldukları yerler değildi...Ben ilk adımda askerlerimi dindar ve mutaassıp zannetmiş, fakat cahil bulmuştum...Halbuki biraz sonra anlaşıldı ki...birbirini tutmaz dinler, yahut din tortuları, mezhepler, inanacalar, tarikatlar canlı olarak yaşamaktadır. Bunların hepsinin ruhlarına köksüz inancalar, vehim, şüphe ve geçmişin tortuları hakimdir.

Birinci dünya harbi ile beraber Anadolu'nun öyle yerlerinde Ermeni isyanı olmuştur ki, etrafları Türk halkıyla çevrilen,...orduya isyan edebilmek için bir cemaatin, düşünce ve mantıktan ne derece uzaklaşması lazım geldiğine insan hakikaten şaşardı.

...halk kendini Sunni, Şii,yani daha ziyade Müslüman olarak biliyordu.Türk sözü Osmanlı Türklerine verilen bir isimdi.

Şarklının gözünde sahip, yahut hüdavend, ancak tapılacak yerde olduğu, hükmünü yürütebildiği zaman bir kudrettir.Put, yere düştüğü gün, bütün sihrini kaybeder.

Türkler nasıl yaylaların çocuklarıysa, Türklerin tarihi nasıl Sarıdeniz'e kadar uzanan yaylalar mihverine bağlı taşıma ve durulmaların, iniş çıkışların tarihi ise, Rus milletinin tarihi de , ormanlardan taşmanın ve ormanlara sığmamanın hikayesinden ibarettir.

."...Kahramanları da ilahları da yaratan biziz.İnsanlar putlarını kendileri yaparlar.Sonra bir zaman gelir, onları yıkarlar.Fakat sonra gene yenilerini yaparlar...". Ben bu sözleri daima hatırlarım.ve bugune eğer sesim ulaşsa...hala bütün canlılığı ile yaşayan o mustarip insana: 
-Haklısın yoldaş, evet haklısın.Çünkü senin sözlerinde, insanoğlunun hem bir zaafı, hem bir kudreti dile getirmiştir, derim...


Zeybeklerin oyuna kalkması çok seyrek olurdu.Bu, ara sıra, en sonra ve efenin bir işaretiyle olurdu.Ama efe, hiçbir zaman oyuna kalkmazdı.Bu oyunların en güzelini cezaevinde gördüm...Zeybekler daima dinç, yağız ve yakışıklı insanlardı.Başlarına sardıkları yemenilerden renk renk oyalar sarkardı.Bu oyaların renklerinin, biçimlerinin ayrı ayrı gönül manaları vardı...Oyuna başlayan zeybekler, evvela başlarını birer kartal gibi hafifçe bir yana yıkıp, vücutlarının ağırlığını birer ayakları üzerine vererek, kollarını şahin kanatları gibi yanlara açarlardı.Sonra dağlar yerinden kımıldıyormuşçasına ağır, hesaplı ve sürükleyici hareketlere geçerlerdi...Bunlar, kökleri belki de ta eski Ege ve İyonya devirlerine varan başka türlü bir geleneğin son mümessilleriydiler...Onları seyrederken insan, onların yaşadığı yerlerdeki eski jimnazlarda, stadyumlarda, vücut güzelliğinin ve insan kuvvetinin kutsallaştırıldığı devirleri ister istemez düşünüyordu.Ve bu düşünce bunların, şehirlerin ve köylerin günlük nizamına uyamamlarını ve kaplarına sığamamalarını biraz da haklı gibi gösteriyordu.