Soytarı: Rüzgarın estiği yana gülümsemeyi bilmiyorsan, açıkta kalıp şifayı kaparsın...
Kötü durumdakiler içinse her değişim iyiye doğrudur.
Zaten görebildiğim zamanlar da yolumda tökezledim
Sadece okuduğum kitaplar, makaleler, beğendiğim müzikler ve biraz da farklı başlıklar...
Soytarı: Rüzgarın estiği yana gülümsemeyi bilmiyorsan, açıkta kalıp şifayı kaparsın...
...saygı görmek adına alt tabaka insanlarından kendini uzak tutmak gerektiğine inanan kişi, yenilgiden korktuğu için düşmandan saklanan bir korkak kadar eleştiriyi hak eder.
İnsan aslında karmaşık bir varlık değil.Çoğunluğu zamanın büyük bir bölümünü yaşamak için kullanıyor, geriye kalanı ise, özgür oldukları küçük zaman diliminden öyle korkuyor ki, ondan kurtulmanın her türlü yolunu deniyor.İşte insanın değişmez yazgısı!
Ancak kendi içime dönersem bir dünya buluyorum!
...insanda hem uzaklara gitmek, yeni keşifler yapmak, gezip dolaşmak, hem de sınırlamalara gönüllü olarak boyun eğmek, alışkanlıkların açtığı yolda ilerlerken sağa sola sapmamakla ilgili dürtüler konusunda çok kafa yordum.
Belirmekte olan bütünüyle önemli bir şey gözlerimizin önüne gelir, gözlerimiz gibi duygularımız da onun içine karışmak ister ve biz, ah, tüm varlığımızla kendimizi ona vermeyi, büyük ve muhteşem tek bir duygunun tüm hazzıyla dolmayı özleriz. -Ah,oraya vardığımızdaysa, orası şimdi burası olmuşsa, her şey her zamanki haline bürünür, zavallılığımızın ve sınırlılığımızın içinde kalakalırız, ruhumuzsa kaçırdığımız huzura özlem duyar.
Uyandığımda büyük bir neşeyle güzel güneşe bakarken "Onu göreceğim" diye bağırıyorum sabahları..Ve o an bütün gün yapmak istediğim başka bir şey gelmiyor aklıma.Her şey, her şey bu ümitle iç içe geçiyor.
Her gün kendimi kandırmaya çalışıp yemin billah ediyorum: Bir kez olsun yarın görme diye.Ertesi gün olunca yine karşı konulmaz bir sebep buluyor, ne olduğunu anlamadan bakıyorum onun yanındayım.
Hayatta " ya öyle, ya böyle" ile nadiren yol alınıyor...
Gücünü tüketen hastalık, aynı zamanda ondan kurtulma cesaretinden de onu yoksun bırakmaz mı?
...bazen bir anlığına beni yerimden sıçratıp kendime getiren bir cesarete kapılıyorum,o an - nereye gideceğimi bilsem, koşa koşa gideceğim.
"Ah siz akıllı insanlar!" dedim gülümseyerek."Tutku! Sarhoşluk! Delilik! Empati kurmadan, orada öyle rahat rahat oturun, alkoliği eleştirin, aklını kaçırmıştan nefret edin...
"insan sonuçta insan, tutkunun önüne geçilemiyorsa ve insanların koyduğu sınırlar birinde baskı uyandırıyorsa, bir insanın sahip olduğu birazcık akıl yeterli olmaz veya bir işe yaramaz.Çoğunlukla, neyse başka zaman..."deyip şapkama uzandım...Bu dünyada birinin diğerini anlaması o kadar kolay bir şey değil.
Dünyada insanı gerekli kılan tek şeyin sevgi olduğuna kuşku yok.
Böyle mi olucaktı, insanı sonsuz derecede mutlu kılan şey, aynı zamanda üzüntüsünün kaynağı mı olmalı?
Hiçbir yerde peşimi bırakmayan içimdeki sıkıntılı huzursuzluk nedeniyle mi acaba içinde bulunduğum durumun değişmesini arzuluyorum?
Ciddiye almayınca her şeye katlanılır!Ciddiye almamak mı?Nasıl oldu da kalemimden böyle bir söz döküldü...Ah, biraz kaygısız olmak beni şu güneşin ışıdığı dünyada insanların en mutlusu yapardı.
Gittiğim her yerde hayali peşimde!İster uyanık olayım, ister rüya göreyim fark etmiyor, ruhum tümüyle onunla kaplı!
Johann Wolfgang Von Goethe
Bir insana hatalı olduğunu göstermek, faydalı olacak şekilde onu düzeltmek istediğimizde, kişinin meseleyi hangi yönüyle ele aldığına dikkat etmeliyiz, çünkü o yönden bakılırsa kişi genellikle haklı çıkar.Biz de hakkını teslim etmeli, ancak hatalı olduğu yönü de ona göstermeliyiz.Bu karşımızdakini memnun edecektir, çünkü yanılmadığını, sadece meseleye her yönden bakmayı başaramadığını görecektir.
Başkalarının aklına gelen sebeplere değil de, kendi keşfettiğimiz sebeplere genelde daha kuvvetle ikna oluruz.
Gündelik bir konuşma sırasında bir tutku veya bir izlenim dile geldiğinde, işittiğimiz şeyin gerçekliğini içimizde hissederiz, öncesinde içimizde olduğunu bilmesek de...ve bize bunu hissettiren kişiyi sevmeye başlarız, çünkü bize hissettirdiği şey kendi zenginliği değil yine bizim zenginlimizdir.Bu durum ondan hoşlanmamızı sağlar, paylaştığımız düşünsel ortaklığın, kalbimizi onu sevmeye yöneltmesi kaçınılmazdır.
İnsanların hakkınızda iyi düşünmesini mi istiyorsunuz? Kendinizden konuşmayın.
Ya çok gelir şarap ya da az.Çok verin, gerçeği bulamaz.Az verin, yine aynı.
...bütünü bilmeden parçaları, tek tek parçaları bilmeden de bütünü bilmeyi olanaksız sayıyıyorum.
Akıl hiçbir zaman hayalgücü karşısında üste çıkamazken hayalgücünün aklı kürsüsünden indirmediği çok nadirdir.
İnsanın hatalarının en gülünç sebebi aklı ile hisleri arasındaki savaştır.
...Hakikatın bu iki kaynağı, hisler ve akıl, güvenilir olmadıkları gibi, birbirlerini de yanıltırlar.Hisler, aklı aldatıcı görünümlerle yanıltır ve akla hissettirdikleri bu aldatmacaya sonra kendileri de kanarlar.Böylece akıl da hislerden intikam almış olur.
İnsan ne kadar kederli olursa olsun, bir eğlenceye, oyalanmaya dalması sağlanırsa bir süreliğine de olsa mutlu olur.Aynı şekilde insan ne kadar mutlu olursa olsun, tutku duyduğu bir şeyle meşgul olup oyalanmıyorsa veya sıkıntının yavaşça onu ele geçirmesini engelleyecek bir eğlencesi yoksa bir müddet sonra mahsun ve mutsuz olur.
Tarafınızı belirlerken hakikatı arama zahmetine girmelisiniz, çünkü gerçek ilkeye tapmadan ölürseniz, mahvoldunuz demektir.
İnsan ruhunun yüceliği vasatı korumayı bilmektedir.Yücelik vasattan ayrılmakta değil, ayırlmamaktadır.
Bir şey üzerinde yeterince düşünmemek de fazlaca düşünmek de bizi inatçı ve dediğim dedik kılar.
Her şeyin aynı yönde ve hızda hareket ettiğinde, bir gemi de olduğu gibi, hiçbir şey hareket etmemiş görünür.Herkes haddini aşarken, kimse haddini aşmıyor görünür.Kim durup kendine çekidüzen verirse, tıpkı sabit bir nokta gibi, başkalarının azgınlığına dikkat çeker.
İnsana tüm doğası hakkında bilgi veren iki şey vardır: içgüdü ve deneyim
İnsan ruhu hakkında o kadar yüce bir fikre sahibiz ki bir başka ruh tarafından değer verilmemeye veya küçük görülmeye tahammül edemiyoruz.Ve insanların tüm mutluluğu bu değere dayanır.
...birçok ıstırabı kendinde toplamıştı adeta, mahrumiyet, bunalım, kayıtsızlıktan doğan acı, ki kayıtsızlık da zaten aşırı acı çekmekten olur.
Hiçbir şey olmaksızın yücelmek, geceleri kazandığım ne muhteşem bir zafer bu!
Hayattan çok az şey istedim - ama o, o kadarını bile esirgedi benden.Azıcık güneş, kırlar, bir lokma ekmek, bir lokma huzur, canımı fazla yakmayacak bir yaşama bilincim olsun ve...
Ah, evet anladım! Patron Vasques hayat'ın ta kendisi! Bize hükmeden ve hakkında neredeyse hiçbir şey bilmediğimiz, tekdüze ve gerekli Hayat'ın.
Hissettiklerimle manzaralar çiziyorum ben.
...aramızda geçen konuşmadan en az anımsadığım, o sırada sarf edilen sözler olur - hem onunkiler, hem benimkiler.
Gördüklerimin hepsi düşten ve göz aldanmasından ibaret...
Hayata ayak uydurmamızın tek yolu, kendi kendimizle uyumsuz olmak.
Müziğin ya da düşün hafif bir soluğu, ne olursa olsun, yeter ki öyle ya da böyle bir şey hissetmemizi sağlasın, ne olursa olsun, yeter ki düşünmekten bizi alıkoysun.
Benim gibi yaşayan bir insan ölmez: Biter, solar, bitkisel hayata girer.Bulunduğunuz yer varlığını sizsiz sürdürür, geçtiğiniz sokak görülmez olduğunuz halde yaşar, içinde yaşadığınız ev, siz olmayan sizi barındırır.Hepsi budur ve biz buna hiçlik deriz...
Doğruluk duygusu, haklı olmanın verdiği doyum, özsaygı, bizi ayakta tutan ya da ilerleten güçlü güdülerdir sevgili beyefendi.Tersine, insanları bundan yoksun bırakırsanız onları kuduz köpeklere çevirirsiniz.
...hırslı ve bayağı insanlardan daha üste çıkmanız, erdemin artık yalnıza kendisiyle beslendiği en yüce noktaya ulaşmanız anlamına gelir.
Eğer pezevenkler ve hırsızlar her zaman, her yerde mahkum olsa, namuslu insanlar kendilerini daima masum sanırdı...
Beden keyifsiz oldu mu yürek de ölgünleşir...yaşamayı unutuyordum sanırım.Evet, her şey o zaman başladı galiba.
Her insanın temiz hava gibi, kölelere de gereksinimi vardır.
Aramızda kalsın, o halde kölelik, tercihen kölelik kaçınılmaz bir şeydir...Böylece onlar gülümsemeye devam ederler, biz de vicdanımızı rahatlatırız.
...yaşamın yüzeyinde ilerliyordum, sözcüklerin arasında, asla gerçeğin içinde değil...Kendimden başka kimseyi anımsamıyordum asla.
...kimse zevkleri konusunda ikiyüzlü davranmaz.
Onlara iyi bir oyun oynamak, bir tür ceza vermek için kendimi öldürmeyi düşündüğüm gün keşfettim bunu.Ama kimi cezalandırıcaktım?Birkaçı şaşıracak, kimse kendini cezalandırılmış hissetmeyecekti.Böylece anladım ki dostlarım yoktu.
mesele...yargıdan kurtulmaktır....ne kadar küçük olursa olsun, onlara bizi yargılamaları için fırsat vermeyelim!
Kendimde yargılanacak bir yan olduğunu kavradığım andan beri, onlarda da dayanılmaz bir yargılama eğilimi bulunduğunu anladım.Evet eskisi gibi oradaydılar ama gülüyorlardı.
...mutlu olmak için başkalarıyla fazla ilgilenmemek gerekir.
...insanlar yargılanmamak için yargılamaya koşarlar.
...herkes zengin olmaya çalışır.Niçin?...Güç kazanmak için elbette...Zenginlik, henüz aklanma yerine geçmese de elde etmekte daima fayda olan bir ertelemedir.
...çoğu zaman kendimize benzeyen ve zayıf yanımızı paylaşan kimselere açarız içimizi.Demek ki kendimizi düzeltmeyi ya da iyileştirmeyi istemeyiz.
...alçakgönüllülüğün parlamama, küçülmenin galip gelmeme, erdeminse ezmeme yardım ettiğini anladım.
Daha kötüsünü deneyimledim ben, insanların yargısını.
Bir insanı öldürmek için her zaman nedenler vardır.Buna karşın, onun yaşamasını haklı çıkaracak bir şeyi bulmak olanaksızdır.İşte bu yüzden suç daima kendine avukat bulur, masumiyet ise sadece bazen.
Yalan söyleyen kişi bazen bir şeyin içyüzünü, doğru söyleyenden daha iyi ortaya çıkarır.Hakikat, ışık gibi kör eder.Yalansa, tersine, her nesnenin değerini artıran güzel bir alacakaranlıktır.
Kendimi ne kadar suçlarsam, sizi o kadar yargılama hakkına sahibim.
"...içine doğan düşünceleri bir düzene sokup aydınlatmadıktan, o düşüncelere okuru çeken tatları veremedikten sonra, yazmaya kalkışmak kişinin vaktini de kalemini de bağışlayamayacağımız ölçüde kötüye kullanması demektir."
"kein denebilecek önermeler ortaya koymayacağım, çünkü gördüğüm kadarıyla olasılıkların ötesine geçemem ben."
Statius:"İnsan gelecek kuşaklar için ağaç diker."...şu anı düşündüğümüz kadar geleceği de düşünmemizden başka ne anlama gelebilir ki?
...insanlar birbirlerini gördükleri anda birbirlerini görmüş olurlar, bu değişmez!...Gerçek aşk uzamın,dünyanın ve zamanın yarattığı engelleri kalıcı biçimde, kimi zaman acı çekerek alt eden aşktır.
...aşk yaşamın yeniden icat edilmesidir.
"Seni seviyorum" türünde bir ilan karşılaşma olayını mühürler, çok önemlidir, sorumluluk verir...Aşk ötekinin varlığıyla tümüyle ilgilidir, bedenin teslim edilmesi de bu bütünlüğün somut simgesidir.
...aşkı seviyoruz, sevmeyi seviyoruz, ama aynı zamanda başkalarının da sevmesini seviyoruz.
Aşk varsa işin içinde, bir okşamanın altında "Bir daha!Bir daha!" sözü işitilebilir, hareketin istediği sözün ısrarından, sürekli yenilenen bir "ilan" dan destek alır.
Erkek bağlanmaktan kaçtığı ve kadın bağlanmak istediği sürece, güç erkeğin elindedir.
Sevginin kuvveti ve gücüyle partnerini değiştirebileceğini düşünmek, bir sevgilinin aşkın her şeye kadir olduğu inancına işaret eder.Kısa vadede bu işe yarar gibi görünebilir.Ancak bu yanılsama, sadece sorunlu bir ilişki kurmaya yarar.
Muhtemelen en iyi ya da en sağlıklı ilişkiler, aşırı romantik duygular olmaksızın içten bir dostluk ile başlar ve bağlılık sözleri verilmeden ya da gelecek kaygısı yaşanmadan taraflar birbirlerinin varlığından keyif alır.
Aynı anda hem içsel hem de dışsal olmaya çalışmak psikolojik olarak imkansızdır, çünkü biri diğerinin olmadığı ölçüde var olabilir.
Cengiz Bektaş
Ağaç dediğin bakım ister, masraf ister...Kıymetini bilmeyene nimetini verir mi?Muhacirler iki sene üst üste mahsul alamayınca ya kestiler, ya sattılar...Cahillikle fakirlik bir olmuş, Sultan Süleyman'ın mülkü dağılmış.
Burası eskiden ne idi, şimdi ne oldu!...Ama sebebi var.İncirden, zeytinden ne alırsa burda yer, burda bırakırdı....Çirkince...Cennet gibi yerler virane oldu diye gavurda keramet, Müslümanda kabahat arama!Eskiden buraların sahibi burada yaşar, burada işlerdi.Sen sahipli memleketi sahipsiz eden beylerin yakasına yapış....Şimdi oranın ismi Şirince'dir.
İnsanın içini bir dert kemirmeyince yüzü böyle solar, gözleri böyle dalar mı?
...bunun üzerine halk, beyinsiz, dilsiz, gözsüz kelleleriyle dağılmak üzereyken, aralarında canından bezmiş biri: "Böyle başın da bana lüzumu yok" diyerek, kelleyi fırlatıvermiş...sırça köşke çarpan kelle orada "Şangır" diye koskocaman bir gedik açmış.
"Sakın tepenize bir sırça köşk kurmayınız, günün birinde kurulursa, onun yıkılmaz, devrilmez bir şey olduğunu sanmayın.En heybetlisini tuzla buz etmek için üç beş kelle fırlatmak yeter."
Sabahattin Ali
"Adaletsiz dünya.Bunun bizimle ne ilgisi var?"...benliğin en çıplak özünden fışkıran, neredeyse masum denebilecek kadar vahşi bir itiraz.
Bir daha karşılaşırsak yine farklı bir şey olmayacaktı.Ya da karşılaşmazsak.Kullanıma sokulamayacak, haddini bilen aşk.Hiçbir tehlikeyi göze almadan damla damla tatlı bir akış, bir yer altı pınarı gibi canlı kalacak bir aşk.Üzerinde bu yeni kıpırtısızlığın ağırlığıyla, bu mühürle.
Götür beni demişti.Başka bir yere gidelim değil, Başka bir yere götür beni.Meriel için önemli bu.Risk demek, iktidarın devredilmesi demek.Yüzde yüz risk ve mutlak devrediş.Gidelim aynı derecede riskli olurdu, ama iktidardan vazgeçmiş olmazdı; oysa Meriel'in gözünde - o anı tekrar tekrar baştan yaşadığında - erotizme kayışın başlangıç noktası buydu.
..."hatırlamak" derken zihninde bir kez daha yaşamayı kastediyordu - hatırladıktan sonra da temelli saklamak.
Çelinmiş miydi aklı?Daha ziyade, aklının çelindiği hayaline kendini kaptırmış olması gerekti.
Fiona: "Arabaya binip gidebilirdin"..."Hiç umursamadan çekip gidebilir, beni zerk edebilirdin.terk.terk edebilirdin." Grant...İmkanı yok dedi.
Alice Munro
Tekerrür ve anımsama aynı devinimdir, sadece zıt yönlüdürler; zira hatırlanan şey vuku bulmuştur, geriye yönelik tekerrür eder, halbuki asıl tekerrür ileriye yönelik anımsanır.
...anımsamak için gençlik gerekir, ancak tekerrürü istemek için cesaret gerekir.
Gelip geçici her şeyden, ruhu hep yeniden yarı ödlekçe, yarı ürkekçe şenlendiren bir şeyden duygulanmayı kim arzu edebilirdi?...Tekerrür gerçekliktir ve yaşamın ciddiyetidir.
Anıların büyük bir avantajı vardır, kayıpla başlar, dolayısıyla güvenli ve emindir, zira kaybedecek hiçbir şey yoktur.
...Şimdi her şeyi daha iyi anlıyordum.Genç kız bir sevgili değil, bu gencin içindeki şiirselliği uyandırma ve onu bir şaire çevirme fırsatıydı.Bu yüzden sadece bu genç kızı sevecekti,onu asla unutamayacaktı, bir başkasını hiç sevmeyecekti ve hep sadece onun hasretini çekecekti...tam da bu nedenle, kendi ölüm ilanını imzalamıştı.
...bu genç de sevdiğini öyle tutsak ediyordu.Her gün her şey aynı şekilde yeniden yaşanıyordu, çünkü her gün son gündü.
...insan hayatın ne olduğuna dair gerçekten bir fikir edinmeden önce, varoluş eliyle birçok şekilde uğradığı hayal kırıklığına katlanmayı öğrenmeli ve yoluna devam edebilmelidir...
...insan yaşlandıkça, hayat insana gitgide daha bir aldatıcı gelmez mi; insan daha akıllandıkça, kendi başının çaresine bakacak daha çok yol öğrendikçe, başını bir o kadar daha belaya sokmaz, bir o kadar daha fazla sıkıntı çekmez mi?
Ey ormanın güzelliği, sana bakmak istediğimde kuruyup gitmişsin!Yoluna devam et!Ey gelip geçici nehir!Ne yapacağını bilen bir sen varsın; zira sen sadece akıyorsun, asla dolmayan denizde kendini kaybetmek istiyorsun!Yoluna devam et!...ey sen,hayata paradan bir nebze daha fazla karşılık vermeyen varoluş oyunu!Neden hiç kimse ölümden dönmedi? Çünkü hayat tutsak etmeyi ölümün bildiği kadar iyi bilmiyor, çünkü hayat, ölümün sahip olduğu ikna gücüne sahip değil.
İnsan,yaşamı olduğu gibi kabullenmek zorundaysa, nasıl bir şey olduğunu öğrenmiş olsa daha iyi olmaz mıydı?
Bendeki tensel aşk bir evlilikte ifade bulamazdı.Bunu yaparsam, kız tarumar olurdu...Gerçeklik devreye girdiği anda her şey elden gider, iş işten geçmiş olur.Genç kızın kendi anlamlılığı içinde bulması gereken gerçeklik, benim için asli tinsel gerçekliğimin yanı sıra koşan bir gölgeye döner...benim için bir ölüden farkı yoktur...tam gerçekliğe dönüştürmek istediğim anda köreltmiş olurum, oysa diğer durumda onu sahici bir gerçeklik içinde alıkoyarım...
Soren Kierkegaard
"Birinin karakterinde belirgin bir alçaklık ya da aptallığa rastlarsanız...sizi sinirlendirmemesine ya da üzmemesine dikkat edin ve yalnızca onun sizin bilginizi artırdığını düşünün, bunu insanın karakterini anlamak için dikkate alınması gereken yeni bir gerçek olarak görün." Arthur Schopenhauer
Normalde, dikkatimizi çeken insan davranışlarını sınıflandırıp sonuca varmak için acele ederiz ve kendi önyargılarımızla bağdaşan kararlarla yetiniriz...Yasalar, insanları yanlış anlamanın ne kadar kolay ve ilk izlenimlerin ne kadar aldatıcı olduğunu açıkça göstererek sizi bu alışkanlıktan kurtaracak.Yavaşlayacaksınız, ilk yargılarınıza güvenmeyeceksiniz ve gördüklerinizi incelemek için kendinizi eğiteceksiniz.
Biz insanların içinde biri daha yüksek, diğeri daha düşük iki karşıt benlik olduğunu söyleyebiliriz...Düşük benlik, doğamızın daha hayvansı ve tepkisel yönüdür; kolayca ona doğru kayarız.Yüksek benlik ise doğamızın gerçek insansı yönüdür, bizi daha düşünceli ve bilinçli yapar.
"İnsanları neye benzediklerini öğrenmeye zorladığınızda daha iyi olurlar."Anton Çehov
Pericles...Atina...M.Ö 463..."Ben düşmanın stratejisinden değil,bizim hatalarımızdan korkuyorum."
Mantıksızlık Yasası
Pericles, anında tepki vermemeye, güçlü bir duygunun etkisindeyken bir karar almamaya kendini alıştırdı...Bu bilinçli düşünme sürecinde, kendine yardımcı olması için zihnini muhalifler de dahil olmak üzere tüm fikir ve seçeneklere açık tuttu.Belirli bir stratejiye bağlanmadan önce tüm olası sonuçları aklından geçirdi.
Mantıklılık doğuştan var olan bir güç değil, eğitim ve denemeyle elde edilir...sakin olup odaklandığınız anlarda fark ettiğiniz bir potansiyel, uzun uzun düşündükten sonra siz gelen en kusursuz fikirdir.
Mantıklı olmanın ilk adımı kendi temel mantıksızlığımızı anlamaktır...Hiç kimse, duyguların zihin üzerindeki karşı konulmaz etkisinden muaf değildir...Duygularımız düşüncelerimize karışır, bizi memnun eden, egomuzu rahatladan fikirlere doğru kaymamıza sebep olur...
Aslında hepimiz narsistiz, ama bazıları yelpazenin daha derininde yer alır....Biz insanlar doğduğumuz andan itibaren hiç bitmeyen bir ilgi ihtiyacı duyarız.
İçimizden gelen bir özdeğerimiz olmadıkça aşırı narsizme düşeriz.
Başkalarının perspektifinden bakmak,düşünerek zihinlere girmek için doğuştan bir yeteneğimiz var...yirmili yaşlarımızda ve sonrasında kendi hakkımızda daha özgüvenli olunca dışarıya, başka insanlara odaklanırız ve bu güçleri tekrar keşfederiz.
...1970'lerin sonundan bu yana gençlerde bencillik ve narsisizm düzeylerinde artış olduğunu ve 2000'lerden sonra iyice yükselişe geçtiğini gösteriyor...İnsanlar sosyal iletişime daha az zaman ayırırken çevrimiçi sosyalleşmeye daha fazla zaman harcıyor...empati de ilginin niteliğinden gelir.
Konuşma ve fikrinizi belirtme dürtüsüne karşı çıkıp öteki kişinin görüşlerini dinlemeye başlayın...İçsel monoloğu olabildiğince kesin.
Çünkü aşk, hayatın asıl özü, esas gayesidir...
Aklın kimyası ile aşkın kimyası başkadır.Akıl temkinlidir.Korka korka atar adımlarını. "Aman sakın kendini" diye tembihler.Halbuki aşk öylemi? Onun tek dediği:"Bırak kendini, ko gitsin!" Akıl kolay kolay yıkılmaz.Aşk ise kendini yıpratır, harap düşer.halbuki hazineler ve defineler yıkıntılar arasında olur.Ne varsa harap bir kalpte var!"
Şu hayatta tek başına inzivada kalarak, sadece kendi sesinin yankısını duyarak, hakikat'ı keşfedemezsin.Kendini ancak bir başka insanın aynasında tam olarak görebilirsin.
Bir başkasının itikadının sağlamlığını sınamak biz insanlara düşmez ki.Bu Allah'ta rol çalmak olur.
...riya ve oyun insanları mutlu eder, hakikatları bilmek ise ağırlaştırıp hüzünlendirirdi.Şu hayatta daha çok şey bilen insanlar daha durgun, daha dingin olurdu.
Yolun ucunun nereye varacağını düşünmek beyhude bir çabadan ibarettir.Sen sadece atacağın ilk adımı düşünmekle yükümlüsün.Gerisi zaten kendiliğinden gelir.
Şems:"Ben kendimi tanıyorum ya, önemli olan o...öbür türlü olsaydı, yani siz beni bilseydiniz ama ben kendimi bilmeseydim, çok daha fena olurdu."
Sufi der ki başkalarının hakkında hüküm verip yargıda bulunacağıma, ben kendi içime bakayım.Sofu der ki başkalarının her kusurunu bulup çıkarayım.
Şems:"Şeriat, Hakikat denizinde yüzen bir gemidir.Aşıklar er ya da geç gemiyi bırakıp ummana dalar."...bugun şahit olduğunuz atışma...kural-temelli-din ile aşk-temelli-dinin atışmasıdır bu.Seçim sizin!"
Doktorlar öyle diyor.Yanılmış olabilirler.Bilemem.Gördüğün gibi sana verebileceğim tek şey şu içinde bulunduğumuz an!Tabii işin aslı, kimse kimseye bundan ötesini vaat edemez.
Yaşadığım hayatı değiştirmeye, kendimi dönüştürmeye hazır mıyım? diye sormak için hiçbir zaman geç değil.Kaç yaşında olursak olalım...Yepyeni bir yaşam doğmak için ölmeden önce ölmeli.
Elif Şafak