adsense

8 Aralık 2016 Perşembe

Che Guevara Burada

"Gerçekçi olalım...
  İmkansızı isteyelim..." Che

Kübalıların kendisine taktıkları "Che" adı, Arjantin'de çok bilinen bir selamlaşma biçimidir.

"Biz şimdi bir ulusun basit öğeleri olmaktan çok daha öte bir durumdayız.Biz şimdi kurtuluş bekleyen Amerika ülkelerinin umuduyuz." Che

...Küba'nın o döneminde...ısrarla üç nokta üzerinde tavsiyede bulunmakla yetindim: Sürekli hareketlilik, sürekli güvensizlik ve sürekli uyanıklık."

"Devlet, sınıf çatışmalarının uzlaşmaz özelliğinin ürünüdür ve ortaya çıkmasıdır.Devlet, sınıf çatışmalarının nesnel olarak uzlaşmaz oldukları yerde, zamanda ve derecede ortaya çıkar.Ve tersi:Devletin varlığı, sınıf çatışmalarının uzlaşılamaz olduğunu kanıtlar."  Lenin

Yani, sömüren sınıfların diktatörlüğünün yerini almak için övücü bir biçimde kullanılan "demokrasi" sözcüğünün anlam derinliğini yitirdiğini ve vatandaşa verilen az ya da çok iyi kimi özgürlükler anlamını kazandığını kabul etmemeliyiz...

"Bir ülkede önlenebilecek bir savaşı başlatan ve önlenemez bir savaşı başlatmayan canidir." Jose Marti

"Yığınlardan kopmamak, soğuk skolastisizme, aşırı dogmalara düşmemek için, büyük bir adalet ve gerçeklik kavramı ölçütüne, büyük bir insanlık ölçütüne sahip olmak gerekir.Bu sıcak insanlık aşkının somut olaylara dönüşmesi için bütün bir ömür savaşmak gerekir..." Che

....tek başına bir güç gösteriliyorsa hiçbir işe yaramaz.Devrim yapmak için Küba'da bulunan şeye ihtiyaç vardır:Tüm halkın seferber olması, silah kullanarak ve savaşçı birlikteliği sağlayarak, bir silahın değerini ve halk birliğinin değerinin ne demek olduğunu öğrenmesi gerekir.

Gerçekten toplumsal huzurla ilgili bir iş nasıl yapılmalı, bireysel güçle, toplumun gereksinmelerini birleştirmek için neler yapmalıyız?

Kimilerinin ileri sürdüğü gibi Devrim, ortak istencin,inisiyatifin standartlaşması değil, tam tersine, insanın bireysel yeteneğinin bir kurtarıcısıdır...Önemli olan devrimin aynı zamanda bu yeteneğin yönlendiricisi olmasıdır.

Büyük bilgi kaynağı olan halka , öğrenmek için, araştırma amacıyla, alçakgönüllü bir ruhla gitmeliyiz.

Bu savaş eylemi için hazırlanmaya yatırılan her iş, her para, yitirilmiş iş, yitirilmiş para demektir.

"En iyi söylem biçimi, yapmaktır." Marti

Bir devrimcinin gerçek yeteneği, durum değişikliklerine uygun devrimci taktikler bulabilmekte, bütün taktikleri göz önünde bulundurmakta ve bu taktikleri olabildiğince çok kullanmakla ölçülür.

...Çalışırken, ilginç olanı, yaratıcı olanı bulup çıkarmayı, bize düşen konunun ya da makinenin en ufak gizemini öğrenmek zorundayız...İnsan yaşamının iyi bir bölümüne, insan yaşamının en sıkıcı bölümlerinden birisi gibi değil de, en mutlu anlarına bağlı ve dinamik bir şey gibi her zaman sahip çıkmalıyız.

"Marksizmin insancıl duyguları, yoldaşlığı, arkadaş sevgisini, arkadaşa saygı değer vermeyi yadsıdığını kim söylemiş? Marksizmin ruhsuz olmak, duygusuz olmak demek olduğunu kim söylemiş? Marksizmi doğuran tam olarak insan sevgisiydi.İnsan sevgisi, insanlık sevgisi, proletaryanın mutsuzluğuna karşı savaşma isteği, sefaletle, haksızlıkla, işkenceyle ve proletaryanın sömürülmesiyle savaşma isteğiydi..." Fidel Castro

"Her gerçek insan, herhangi bir insanın yanağına indirilmiş bir tokadı, kendi yanağında duyumsamalıdır." Marti

Kapital'da Karl Marx;

"Özel mülkiyetin olumlu yönden aşılması olarak, insanın kendi kendine yabancılaşması olarak ve böylece, insan için ve insan tarafından insanın özüne sahip çıkma olarak komunizm, böylece, toplumsal insan olarak, yani insan olarak, insanın geçmişteki gelişmesinin bütün zenginliğinden tümüyle ve bilinçli kesin dönüş olarak komunizm. Bu komunizm, tamamlanmamış natüralizm=hümanizm gibidir ve tamamlanmış hümanizm=naturalizm gibidir, insan ile doğa arasındaki ve insanın insana karşı savaşımının gerçek çözümüdür; varlıkla öz arasındaki savaşımın gerçek çözümüdür; bizzat kendisinin nesnelleştirilmesi ve onayı arasındaki; özgürlük ve gereklilik arasındaki, birey ile tür arasındaki savaşımın gerçek çözümüdür. Tarihin açığa vurulmuş gizidir ve bu çözüm yolu bilincine sahiptir."

...Doğrudan doğruya propaganda, bir sınıf rejiminin kaçınılmazlığını açıklamakla görevli olanlar tarafından gerçekleştirilir;ya ilahi nedenelerden ya da mekanik varlık gibi doğanın zorlaması ile.Bu, savaşılması olanaksız bir kötülükle ezildikleri görülen yığınları yatıştırır.

Sosyalizmde insan, görüntüdeki standartlaşmasına karşın, daha tamdır; onun için mükemmel bir mekanizma olmasa da toplumsal alanda kendini ifade etme ve kendi varlığını duyumsatma olanağı son derece büyüktür.
Yine de bütün yönetim ve üretim mekanizmalarında, bilinçli, bireysel ve toplu halde katılımın değerli olduğunu vurgulamak ve bunu, teknik, ideolojik eğitim gerekliliği ile birleştirmek gerekir; öyle ki, bunların birbirleriyle sıkı sıkıya bağlı olduklarını ve ilerlemelerinin de buna koşut olduğunu anlamalıdır.Ancak bu şekilde, yabancılaşma zincirlerinin kırılması, insan olarak tam anlamıyla kendini gerçekleştirme demek olan toplumsal varlık bilincine sahip olabilmesi mümkündür.
Bu bireyin, özgür çalışma yoluyla doğasının yeniden kazanılması, kültür ve sanat yoluyla da kendi insallık durumunun ifadesi olarak yorumlanacaktır.

...Ne resmi düşünceyi benimsemiş başı eğik ücretliler yaratmalıyız, ne de tırnak içindeki bir özgürlükten yararlanarak, bütçe elverdiğince yaşayan burslular.

Sömürge memurlarının söylemekten çok hoşlandıkları sözcüklerden birisi "ılımlılık"tır, korkanların hepsi ya da bir biçimde ihanet etmeyi düşününler ılımlıdırlar...Halk hiçbir biçimde ılımlı değildir.

"Politika, duygularını çıkarına feda eden insanların işidir."Marti

...Hakkaniyet, sömürülen ülkelerin kabul edilebilir bir yaşam düzeyine ulaşabilmeleri için gerekli eşitsizliktir.


24 Ekim 2016 Pazartesi

Kadın


"İşinde, mesleğinde başarılı olmuş çok insan vardır ama...Bu başarısının getirdiği parayı ve şöhreti, başka insanların hayatını güzelleştirmek için kullanan çok az insan vardır.

Çocuklarınız bu tür insanlara özensin.
Onlar gibi olmayı öğrensin.

Yoksa, o koltuktaki bakanmış,valiymiş,asrın lideriymiş,hepsi hikaye...
Koltuk'dan kalksın.
Tırışkadan teyyare."

"Mustafa Kemal sevdasının, bağımsızlık ateşinin, mücadelenin eğlencenin, evlat hayvan sevgisinin, kızlı-erkekli coşkuların, zengin yoksul aşkların, tutkuların, bizi biz yapan duyguların, aynı potada nasıl harmanlandığını, yazayım istedim."



Kadın, bilmeyene nefs, bilene nefes'tir. Şems-i Tebrizi
Tanrı, erkekleri evcilleştirmek için kadınları yarattı, Voltaire
Kadını, şarabı, şiiri, müziği sevmeyen, ömrü boyunca ahmak kalır, Goethe
Kadınları geri bırakan toplumlar, geride kalmaya mahkumdur, Mustafa Kemal Atatürk

"Değerli kız babaları...Kızınız "zontalar ülkesi"nde yaşasın istemiyorsanız,  kızınızdan önce, siz cesaret gösterin.

Spor yaptırın kardeşim.
Evladınıza güvenin
Korkmayın şort giydirin.
Budur ilacı bu işin.
"

"Sevgili anneler...
10 Kasım'lar kaygı duruşu değildir.
Saygı duruşudur.

En bakımlı halinizle...Elbette ister yeni, ister eski ama mutlaka temiz, ütülü; çocuklarınıza en güzel kıyafetlerini giydirin.

O sizi nasıl bekliyorsa...
Lütfen öyle gidin."

"Themis...
Mitolojide adalet tanrıçasıdır.
Bakiredir.
Bir elinde kılıç tutar, bir elinde terazi vardır.
Gözü bağlıdır.
Bakire oluşu, bağımsızlığını...
Terazi, adaletin hakkaniyetli dağıtılmasını...
Kılıç, caydırıcı gücünü...
Gözlerinin bağlı olması, tarafsızlığını sembolize eder.

Tüm dünyada evrensel hukuk'un simgesidir.

Türkiye hariç!
Bizde de öyleydi aslında.
4 sene öncesine kadar.
...."

Yılmaz ÖZDİL

14 Ekim 2016 Cuma

İtalyan Şehir Cumhuriyetleri

Kitap, 11. yüzyılın sonlarından 14. yüzyılın başlarına kadar Kuzey ve Orta İtalya'da ki cumhuriyetçi şehir devletini, özellikle de onun toplumsal ve siyasal yaşamını ele almaktadır...11. yüzyılın sonlarına doğru birçok şehirde kolektif eylem ile komünal kurumların ortaya çıktığı görülmektedir; 14. yüzyılın başlarında ise bağımsız cumhuriyetlerin ortadan kalkmasına yol açan şehir lordlukları veya bölgesel devletler ortaya çıkmaya başlamıştır.

Büyük Veba Salgını, Kara Ölüm ya da Kara Veba, 1347-1351 yılları arasında Avrupa'da büyük yıkıma yol açan veba salgınıdır. Asya'nın güney batısında başlayarak 1340'lı yılların sonlarında Avrupa'ya ulaşmıştır.
Büyük Veba Salgını

...14. yüzyılın ikinci yarısında şehirler, nüfusları, kaynakları açısından tartışma götürmeyecek bir şekilde küçüktüler.

"Çeşitliliğin baş döndürücülüğüne kapılma, partikülarizm tuzağına düşme, sonu gelmez ayırımlar labirentinde insanın yolunu kaybetme riski var."

En büyük İtalyan şehrinin nüfusunun 100.000'in üstünde olmasına rağmen çok azının nüfusu 20.000'in üstündeydi.

"Eğer bir devletin yurttaşları yargıçlık yapma ve liyakate göre makam dağıtma durumunda iseler, birbirlerinin karakterlerini bilmeleri lazımdır; bu bilgiye sahip olamadıklarında hem makamlar için yapılan seçimlerde hem de mahkeme kararlarında sorunlar çıkar." Aristoteles

Bir tarihçi,ortaçağ italyan kentlerini "soylu ile rantiye, dükkan sahibi ile zanaatkar, katip ile köylü topluluklarının bir karışımı" olarak tarif etmiştir.

Şövalyelerin varlığı her şehir için geçerli bir özelliktir.İtalyan şehirlerini Kuzey Avrupa şehirlerinden ayıran onların mevcudiyetidir ve komünlerin bütün tarihi onların mevcudiyetiyle açıklanabilir.







10 Ekim 2016 Pazartesi

Ortaçağ Estetiğinde Sanat ve Güzellik - Umberto Eco

"Biz kesişler ki toplumdan yüz çevirmişiz, Hz. İsa adına dünyadaki tüm değerli ve güzel şeylerden vazgeçmişiz, biz ki Hz. İsa'yı kazanmak için güzellikle parıldayan, seslerin tatlılığıyla kulağı okşayan, güzel kokan, tadı güzel olan,dokunması zevk veren her şeyi, kısacası bedensel haz veren her şeyi pislik olarak görmüşüz..." Aziz Bernard

"Süsler, insanı duadan uzaklaştırır.O halde, süslü sütun başlıklarının üzerinde görülen bütün bu heykellerin yararı nedir?" Aziz Bernard

"İlahi, ruhları ibadete sevk eder, oysa müzik aletleri ruhu içsel bir adanmadan çok zevke sevk eder."Aquino'lu Tommaso

Autun'lu Honorius resmin 3 amacının olduğunu söyler: "Öncelikle resim Tanrı'nın evini güzelleştirmeye; ikincisi azizlerin yaşamlarını anımsatmaya ve son olarak din dışı kesimin edebiyatı olduğundan eğitim görmemişlerin zevk almasına yarar."

"Güzellik, algılama yetisine zevk verdiği ölçüde iyinin bir eğilimidir; oysa iyilik, duygularımızın hoşuna giden eğilim anlamına gelir." Summa

"Ve birden ağaran bir ufuk benzeri,
çepecevre tekdüze bir ışık belirdi,
var olan aydınlığın üstünde." Dante

Işık olarak Tanrı fikri çok eski geleneklerden geliyordu.

"Güzellik, bir nesnenin kendisiyle olan uyumlu oranlılığı, tüm parçalarının kendi içlerindeki ve her parçanın öteki parçalarla ve bütünle, bütünün ise her şeyle olan ahengidir." Pouillon

"Işık kendiliğinden güzeldir, çünkü onun doğası yalındır ve kendinde bütün şeyleri kapsar.Bu yüzden, ışık en yüksek derecede bütünlüklü, kendisiyle en uyumlu şekilde oranlı ve kendisine eşittir; zaten güzellik, oranlar arasındaki uyumdur." Poullion

....zamanla Hıristiyanlık öğretisinin geliştiricileri, sıradan insanın teolojik anlatımın katılığı içinde kavrayamayacağı kavramları imgelere dönüştürmeye başlayacaklardır.

"Tüm görülür nesneler görülmez şeyleri imlemek ve dile getirmek üzere bize sunulmuş olup, bizi simgesel, yani mecazi tarzda görme yoluyla eğitirler...Görülür şeylerin güzelliği onların biçimlerinden kaynaklandığına göre... görülür güzellik görülmez güzelliğin imgesidir." Hugh

"İyilik arzulama yetisiyle ilişkilidir, çünkü her varlık iyiyi arzular; ayrıca iyiliğin bir amacı vardır; çünkü arzulama bir şeye doğru ilerlemedir.Buna karşılık, güzellik bilme yetisiyle ilişkilidir; gerçekten de; görülmeleri bizde zevk uyandıran şeylere güzel deriz.Bu yüzden, güzellik uygun orandan oluşur; çünkü duyularımız iyi oranlı şeylerden, yani duyulara benzer şeylerden zevk duyar; başka herhangi bir bilme yetisi gibi duyu da bir tür orandır.Bilgi özümseme yoluyla elde edildiği, benzerlik de biçimle ilişkili olduğu için, güzellik biçimsel neden fikrini içerir." Aziz Tommaso

Ortaçağlılar için...estetik açıdan zevk verir görünen şeylerin mümkün olan her durumda etik açıdan haklı çıkarılmasıdır.

"Her eser ya Yaratan'ın ya Doğa'nın ya da doğayı taklit eden bir sanatçının eseridir." Hugh

3 Ekim 2016 Pazartesi

What Great Managers Do

I’ve found that while there are as many styles of management as there are managers, there is one quality that sets truly great managers apart from the rest: They discover what is unique about each person and then capitalize on it.

In chess, each type of piece moves in a different way, and you can’t play if you don’t know how each piece moves. More important, you won’t win if you don’t think carefully about how you move the pieces. Great managers know and value the unique abilities and even the eccentricities of their employees, and they learn how best to integrate them into a coordinated plan of attack.

The old cliché is that there’s no “I” in “team.” But as Michael Jordan once said, “There may be no ‘I’ in ‘team,’ but there is in ‘win.’”

Fine shadings of personality, though they may be invisible to some and frustrating to others, are crystal clear to and highly valued by great managers. They could no more ignore these subtleties than ignore their own needs and desires. Figuring out what makes people tick is simply in their nature.

To that end, there are three things you must know about someone to manage her well: her strengths, the triggers that activate those strengths, and how she learns.

Great managers don’t try to change a person’s style. They never try to push a knight to move in the same way as a bishop. They know that their employees will differ in how they think, how they build relationships, how altruistic they are, how patient they can be, how much of an expert they need to be, how prepared they need to feel, what drives them, what challenges them, and what their goals are. These differences of trait and talent are like blood types: They cut across the superficial variations of race, sex, and age and capture the essential uniqueness of each individual.

Always remember that great managing is about release, not transformation. It’s about constantly tweaking your environment so that the unique contribution, the unique needs, and the unique style of each employee can be given free rein.

1 Ekim 2016 Cumartesi

Albert Einstein - Benim Gözümden Dünya

"Yalnızca bireyler sorumluluk duygusuna sahiptir." Nietzsche

"Hayat serüveninde en değer verdiğim şey devlet değil, sürünün yüzeysel düşünce ve duygularının aksine, asil ve yüce olanı ortaya çıkaran yaratıcı, sezgisel birey ve kişiliktir."

"Yaşayabileceğimiz en kayda değer deneyim esrarengiz olanın deneyimidir.Bu, gerçek sanat ve bilimin kökeninde yatan en temel duygudur."

"İnsanın gerçek değeri her şeyden önce kendi kendisinden özgürleşmeyi ne ölçüde ve ne anlamda becerebildiğiyle belirlenir."

"Nasıl ki bireyin kişiliği toplumdan beslenmeden gelişemezse, toplumun gelişimi de yaratıcı, özgür düşünen ve hüküm veren kişilikler olmadan mümkün olmayacaktır."

"İncelikli fikirler ve soylu davranışları ancak büyük ve sağlam karakterler üretebilir."

"Eğitim vermenin en rasyonel yolu örnek olmaktır."

"Bir öğretmenin en önemli marifeti, yaratıcılığa ve bilgiye duyulan hazzı uyandırmaktır."

"İnsan ırkının yapmış ve düşünmüş olduğu her şey ihtiyaçların karşılanması ve acının azaltılmasına yöneliktir.Eğer ruhani hareketleri ve gelişimlerini anlamak istiyorsak bunu sürekli akılda tutmak gerekir."

"...bilim ahlakı baltalamakla suçlanmıştır, ancak bu adil bir suçlama değildir.Etik bir davranışın temelinde sempati, eğitim, ve toplumsan bağlar bulunmalıdır; dini bir temel zorunlu değildir."

"...Ricamın sağır kulaklara hitap etmemesi dileğiyle."

"Devlet insanlar içindir, insanlar devlet için değil...Devletin en önemli görevinin bireyi korumak ve ona yaratıcı kişiliğini geliştirme fırsatı vermek olduğunu düşünüyorum."

"Silahsızlanma olmadan kalıcı barıştan söz edilemez."

"Bencillik ve rekabet,kamu ruhu ve görev bilincine göre ne yazık ki çok daha kuvvetlidir..."

"Bireyin hayatı diğer canlıların hayatını daha asil ve güzel kılmaya katkıda bulunduğu sürece anlamlıdır.Hayat kutsaldır - bu onun en üstün değer olması ve diğer tüm değerlerin ona tabi olduğu anlamına gelir.Yahudi geleneğinin tipik özelliği, birey ötesi hayatın kutsallaştırılmasına,ruhani her şeye duyulan derin bir saygının eşlik etmesidir."

"...Yahudilik aşkın bir din değildir; yaşadığımız hayatla ilgilenir ve bir dereceye kadar hayatı kavrayabilir, o kadar. Bence;bundan dolayı kabul gören anlamda bir din olup olmadığı şüphelidir,çünkü Yahudiden beklenen şey 'iman' değil, hayatı bireyi aşan bir anlamda kutsamasıdır."

Sokrates'in Savunması (Platon)

Platon, Atina'da MÖ 427 yılında gelmişti.

Herşeyden önce, güya bilgi kılıfı altında ortaca çıkan cehaletin demokraside uzman ve profesyonelliğin değilde, vasat ve amatör olanın hakim olmasıyla sonuçlandığı savunan Platon açısından demokrasi,Atina'da sadece cahilin hatalı yönetme hakkı anlamına geliyordu.

Platon...Yunan kahramanı Akademos'un sığınağı ya da mezarının hemen yanı başındaki bahçeyi satın alarak Akademiyi kurdu.Burası en azından Avrupa'nın ilk büyük eğitim ve araştırma merkezi olmuştur....Akademi'nin kapısına 'Geometri bilmeyen buradan içeri giyemez' diye yazdırmıştı.Eğitim felsefesini de politikaya tabii kılan Platon'un buradaki amacı, iyi eğitilip teçhiz edilmiş aklıyla yönetmesi gereken filozof-kralı eğitmekti.Akademi, kendisinden devlet adamları ve yasa koyucuların çıkacağı, bilim ve felsefe temelli bir politika eğitimi veren bir kurum olarak tasarlanmıştı.Gerçekten de Akademi,Helenistik dönemin sonuna kadar Yunan dünyasına hukuki ve politik bakımdan şekil vermeye çalışan en önemli merkez oldu.

Sokrates : 'Bildiğim tek bir şey var, o da hiçbir şey bilmediğim"

Sokrates : 'Ey insan! Kendisine biraz saygısı olan bir insanın yaşam ve ölüm risklerini hesaplaması gerektiğini düşünerek yanlış yapıyorsun.İnsanın yalnızca eylem sırasında doğru mu yanlış mı, iyi birisi gibi mi kötü birisi gibi mi davrandığını hesaplaması gerekir.'

Sokrates : '...Mahkum olmamı sağlayan şey delillerimin eksikliği değil, küstahlık ve utanmazlık yapmamam, beğeninizi kazanacak şekilde konuşmamış olmam, ağlamamış olmamdı.Diğer insanlrdan duymaya alışkın olduğunuz şeyleri söylemediğim ve bunları yapmadığım için ceza alıyorum.O zaman nasıl ki tehlikedeki bir insana yakışmayacak şeyler yapmamaktan söz ediyorsam şimdi de aynı şekilde kendimi böyle savunduğum için  herhangi bir pişmanlık duymuyorum. Böyle bir yaşamdansa, kendimi onurluca savunarak ölüme gitmeyi tercih ederim..

Sokrates : '...Eğer bir insan herşeyi yapabilecek kadar onursuz ve şerefsizse, tehlike anında kendisini kurtarabilmek için çok sayıda yol vardır.Ölümden kaçmak çok zor değildir ancak kötülükten kaçmak zordur.Çünkü kötülük ölümden daha hızlı koşar.'

Sokrates : '...Ölüm geldiğinde hiçbir şey hissedilmiyorsa, yani durum uyuyan kişinin rüya görmediği bir uyku gibiyse, insan için ölüm büyük bir kazançtır...'

Sokrates : 'Artık gitme zamanı!Ben ölüme, siz yaşamaya gidiyorsunuz.Hangisinin daha iyi olduğunu tanrı dışında kimse bilemez.'

27 Eylül 2016 Salı

Türkçe - Romence benzer kelimeler

un ascensor : asansör
un rulou : rulo
radio : radyo
un coridor : koridor
o lampa : lamba
o adresa : adres
o veranda : veranda (balkon)
un balcon : balkon
un chibrit : kibrit
o masa : masa
o perdea : perde
o antena : anten
un capac : kapak
o toaleta : tuvalet
dus : duş
closet : kloset
o chiuveta : küvet
o soba : soba
un tirbuşon : tirbuşon
o tava : tava
un buchet : buket
secretara : sekreter
şampanie : şampanya


8 Temmuz 2016 Cuma

Umut Mekanları

David W. Harvey FBA (born 31 October 1935) is the Distinguished Professor of anthropology and geography at the Graduate Center of the City University of New York

Spaces of Hope(Umut Mekanları) (2000) has an utopian theme and indulges in speculative thinking about how an alternative world might look.

Ana sorun kapitalist sanayi ve metalaştırma sürecinin işçi nüfusunu homojen kılcağı varsayımında yatmaktadır.Bunun bir anlamda doğru olduğu kuşkusuzdur ama burada yeterince önemsenmeyen olgu, kapitalizmin aynı zamanda, kadim kültürel farkları, cinsiyet ilişkilerini,etnik eğilimleri ve dini inançları kullanarak işçiler arasında farklılık yaratabilmesidir.Bunu sadece açık bir burjuva stratejisi olan böl ve yönet kuralı aracalığıyla değil, aynı zamanda tüketim seçeneklerini grup farklılıklarına dönüştürecek mekanizmalar yaratarak yapar...Sınıf mücadelesi, coğrafi olarak bölünmüş bir dizi komüniter çıkar olarak kolayca çözülür ve burjuva güçleri tarafından kolayca iç edilir veya neoliberal piyasa mekanizmalarının güdümüyle sömürülür hale getirilir.

Sınıflar arası eşitsizlikler konusunda Birleşmiş Milletler Kalkınma Raporu(1996) şöyle yazar:"1960-91 arasında en zenginlerin küresel gelir içindeki payı %70'ten %85'e çıkmış, en yoksulların payı ise %2,3'ten %1,4,e düşmüştür." 1991'e gelindiğinde "dünya nüfusunun %85'ten fazlası toplam gelirin sadece %15'ini elde ediyordu."

John Gray(1998) "küresel serbest piyasa ütopyası insani açıdan henüz komünizm kadar bedel ödettirmediyse de, yol açtığı acılar açısından bir süre sonra komünizmle boy ölçüşecek duruma gelebilir."

Neoliberalizm bize "insanlık yerine borsa değer endekslerini, onur yerine sefaletin küreselleşmesini, umut yerine boşluk, yaşam yerine terör enternasyoneli" sunar.

Anti-kapitalist mücadelede "hepimiz birimiz için, birimiz hepimiz için" sloganı, siyasal eylem açısından hayati önem taşımaya devam etmektedir.

Sosyalist dava, eşitliğin koşulunu yaratmak olduğu kadar, o tatsız homojenlikten kurtulmak olmalıdır kuşkusuz...Toplumun nasıl işleyeceği,toplumsal ilişkilerin nasıl tasarlanacağı ve insan potansiyelinin nasıl gerçekleşeceği hakkında alternatif bir vizyon olan sosyalizmin kendiside bu noktada kavramsal çalışmanın odağı olur.

Marx'ın dediği gibi:
"Emekçinin edindiği hoşnutluk artmış olsa da, parasının yettiği toplumsal tatmin düzeyi kapitalistin artan hoşnutluğuna kıyasla düşmüştür.İhtiyaç ve hazlarımızın kaynağı toplumdur; dolayısıyla bunları topluma göre ölçeriz, tatmin sağlayan nesnelere göre değil.İhtiyaç ve hazlar toplumsal olduklarına göre, görelidirler."

Siyasal düşünce ve olasılıklar anlamında çok zengin olan kişi, birey, benlik ve kimlik gibi kavramlar, bedensel indirgemeciliğin külleri arasından anka kuşu gibi havalanarak, siyasal eyleme rehber olacak kavramlar göğünde yerlerini alırlar.Marx değişken sermaye kavramının cansız edilgenliğini "yaşayan emek" kavramıyla veya daha geniş terimlerle , kapitalist birikim sürecine kendi gömülmüşlüğünün tarihi ve coğrafi koşullarını yeniden tanımlamak için mücadele veren "kendi için sınıf" ile kıyasladığında aklında bu vardı.

Marx:
"Özgürlük alanı, zorunluluk ve dünyevi kaygılarla belirlenen emeğin son bulduğu noktada başlar; dolayısıyla özgürlük , doğası gereği, var olan maddi üretim alanının ötesindedir.İlkel insan ihtiyaçlarını karşılamak, yaşamını devam ettirip yeniden üretmek için Doğa ile nasıl boğuşmak durumundaysa, medeni insan da tüm toplumsal oluşumlar ve her türlü üretim tarzı içinde aynı durumdadır.İnsanlık geliştikçe, ihtiyaçlarındaki artış sonucu fiziksel zorunluluklar dünyası da genişler, ama aynı zamanda bu ihtiyaçları karşılayan üretim araçları da artar.Bu alanda özgürlüğü getirebilecek tek şey, toplumsallaşmış insanların,yani üretenlerin birleşip Doğa'yla olan etkileşimlerini akılcı yollarla çözmeleri, Doğa'nın amaçsız güçleri tarafından yönetilmek yerine onu toplu kontrolleri altına almaları ve bunu insan doğasına en yakışır koşullarda, en az enerjiyi harcayarak başarmalarıdır...İşgününün kısalmalı bunun temel ön koşuludur."

"Ütopyanın dahil olmadığı bir dünya haritası göz atmaya bile değmez" Oscar Wilde

...burjuvazinin toplumsal sorunlara önerdiği tek çözümün, sorunları bir yerden bir yere nakletmek olduğu tespitiyle tam bir uyum içinde.

Unger'in ifade ettiği gibi "gerçekleşmesi imkansız gibi görünen düşler ile umurumuzda olmayan gidişat arasında bölünmüş" gibiyiz.Seçeneklerimiz gercekten de "Düşler Fabrikası" ile hiçlik arasına mı sıkıştı?

Robert Park:
"Zira kent ve kentsel ortam,insanın içinde bulunduğu dünyayı kendi arzuladığı şekle sokma çabasının en tutarlı ve genel anlamda en başarılı anını temsil eder.Ama insanın yarattığı dünya olan kent, bundan böyle yaşamaya mahkum olduğu dünyadır.Dolayımlı olarak ve üstlendiği işin doğasını tam anlamaksızın insan, şehri inşa ederken kendini de yeniden inşa etmiştir."

Eşit olmayanların eşit muameleye tabi tutulması kadar eşitlikten uzak bir şey yoktur.

Piyasanın serbestliği ancak kanunlar, otorite, güç ve en uç durumlarda şiddetle temin edilebilir.Devlet iktidarı genelde şiddet araçlarının tekeli olarak anlaşıldığı için, serbest piyasa işleyebilmek için devlet ve türdeş kurumlara ihtiyaç duyar.

Margaret Thatcher,İngiltere'de serbest piyasa felsefesini ancak devlet gücünü acımasızca kullanarak(örneğin grevleri bastırmak için polis şiddeti, akademik araştırmaların sıkı gözetim altına alınması) ve milliyetçi duygulara hitap ederek gerçekleştirdi.

Rekabetçi kapitalizm gibi görünen bir yüzey cilasının altında, zorla empoze edilen derin bir işbirliği ve ittifak katmanı bulunur o halde...

Eğer kapitalizm tüm repertuarı harekete geçirmeden ayakta kalamıyorsa, o halde sosyalizmin amacı bu temel repertuarda ki tüm öğelerin farklı bir biçimde nasıl birleştirilebileceğini bulmaktır....Örneğin rekabet asla yok edilemez.

Foucault'nun denemesinin temelinde "kaçış" teması vardır."Gemisiz medeniyetlerde hayaller kuruyup kalır, maceranın yerini ispiyonculuk, korsanların yerini polis alır."

Wilson'un biyolojik indirgemecilikten ziyade geleneksek hümanizm kokan ifadesine göre, "yakında kendi içimizin derinliklerine bakıp neye dönüşmeyi arzuladığımıza karar vermemiz gerekir."

...Oysa alternatifler konusunda herhangi bir sohbet gerçekleştirebileceksek, ortak bir dil veya en azından farklı diller arasında çeviriyi mümkün kılmanın yolunu bulmalıyız.Bu zeminin olmadığı yerde karar zeminini otorite, söylemsel şiddet ve hegemonik pratikler oluşturur...

George Perkins Marsh'ın 1864'te yayımladığı harikulade kitabı İnsan ve Doğa'da:
"...İnsanın işleyip biçimlendirdiği fiziksel devrimlerin hepsi insan çıkarlarına zararlı olmamıştır...Ama insan dünyasının kendisine tüketim için verilmediğine, hele har vurup harman savurmak için hiç verilmediğini, yalnızca yararlanmak için verildiğini çoktan unutmuştur...Fakat insan her gittiği yerde dengeleri bozan bir faildir.Nereye ayak bassa, doğanın uyumuna nifak sokar..."

Ütopik bir hareket olarak komüniterlik, bireysel menfaat arayışı ve "haklar söylemine" değil, yurttaşlığa ve kolektif özdeşleşme ve sorumluluklara öncelik verir.

...bir cemaatin yeniden yapılandırılması ve yeniden hayal edilmesinin ilerici olabilmesi için, daha genelleşmiş radikal ve asi bir siyasete yolun bir yerinde bağlanması gerekir.Bu da nasıl tanımlanırsa tanımlansın, radikal bir projenin varlığını gerektirir.

Diyalektik ütopyacılık, uzun dönemli ve sürekli kılınacak tarihi-coğrafi devrim perspektifini gerektirir.

Marx ve Keynes'in ikiside sistemi iten ya da yeni yönlere ve uzamlara çeken gücün, spekülatif tutku ve beklentileri olduğunu anlamışlardı.

Ölüm yoğun bir üzüntü ve anma anı olarak, ruhun kökenlerine ebediyen döndüğü an olarak, bir yaşam boyunca başarılmış herşeyin bir sonraki kuşağa aktarıldığı an olarak görülür.

...İnsan doğasının gerçek doğası ne olabilir?

David Harvey

1 Temmuz 2016 Cuma

Köy Enstitüleri Dünyasından Hasan Ali Yücel'e Mektuplar

İsmail Hakkı Tonguç 2.9.1959 (Hasan Ali'ye mektubundan)

(Köy Enstitülerinin kapatılmasının ardından Anadolu'daki değişmeyi anlatır mektubunda)
"...Kısacası fabrika, liman, baraj yapmışız.Gelgelelim onlara hareket, can verecek zihniyeti, böyle bir zihniyete sahip dinamik, tabiatla çarpışmaktan zevk alan sosyal problemleri çözümlemeyi ülke edinen insanları yetiştirmemişiz...Kalkınma deyimiyle anlaşılmaya çalışılan işler yapılırken milli eğitim alanında bunlara tamamen zıt bir politika gütmüşüz..."

Gece yarısına kadar süren bu konuşmalardan sonra köylüler dağıldılar, öğretmenle baş başa kaldık, dertleştik.

"Hocam!Evimi, karımı, çocuklarımı gördünüz.Köylüleri dinlediniz.Şimdi size içimi dökeceğim, diyerek söze başladı:
-Bizi niye köylerden toplayıp okuttunuz? Bıraksaydınız çoban olarak kalsaydık.Yücel'in nesine gerekti köy çocuklarını adam etmeye çalışmak.Başka aydınların yaptıkları gibi vursaydı belimize tekmeyi, kursaydı apartmanları sıra sıra...Bizleri kanatları altına almaya çalışacağına yumruğunu tepemize indirse nerelere yükselmez..."


26 Haziran 2016 Pazar

Büyük Aydınlanmacı Öğretmenim Hasan Ali Yücel

"Gördük nasıl yermiş Hasanoğlan
Nasıl belli değilmiş satan satılan
Nasıl yeşerirmiş insan
Ve nasıl biçilirmiş"
Sabahattin Eyuboğlu

Atatürk'ü tanıdım gezisinde evinde
Köşe konuşmasında açıktan söylevinde
Nasıl işliyor gördüm yüreğiyle kafası
Boş yere denilmedi ona Türk'ün atası
Onunla aydınlandı Türk'ün tarihi dili
Nereye dokunduysa nur oldu nurdan eli
....
Hasan Ali Yücel

Kalktı.Elimi sıkarak, "Kızlar, ah bu köy kızları! Keşke enstitülere daha çok kız alabilseydik" dedi. "Asıl okumaları, kurtarılmaları gereken onlar çünkü."

Çok partili yaşama geçiş, en çok onu, bakanken yaptığı işleri vurmuştu.Cumhuriyet'in kazanımlarını yok etmek için geçiliyordu sanki demokrasiye...Hoş, geçilene demokrasi denebilir miydi zaten?Amerikayla yapılan ikili antlaşmaların ardından, soğuk savaş ortamında,Marshall yardımı destekli bi karşı devrimdi başlayan.

"Ne için yaşadığımızı bilmek.Fikirlerin en gücü. Başı ve sonu. İşte ülkü budur. Gerçek sevgi budur. İyi yaşayarak, yaşamımızın amacını iyi bilerek ve ona yaklaşmanın saadetini duyarak, kaderimizin bizi getireceği an’a, güleryüzle, gözümüz arkada kalmaksızın varmak… Hayatı vazifen bittiği anda bitirmek. Ne aldanmak ne aldatmak; ne avunmak ne avutmak. Gözüpek, yüreği yumuşak olmak. Doğruyu kuşun ötmesi gibi sıkıntısız söyleyebilmek… Tabiatın yok ettiği anda. Cemiyetteki varlığının en yükseğine varmak, inanmayanları inandırmak… Küsmeden kızmadan sapıkları yola getirmek; uyuyanları uyandırmak. İğrenmeden kirleri temizlemek..Büyükleri saymak, küçükleri sevmek.."Hasan Ali Yücel

 Düşünmenin, özgürleşmenin yollarını açacaktı öğretmen.Onların emekleriyle kökleşip boy atacaktı devrimler."Önce öğretmen" diyordu Cumhuriyet eğitimi...

"Aydınlanma, insanın, kendi suçuyla düşmüş olduğu ergin olamayış durumundan, yani kendi aklını bir başkasının kılavuzluğu olmadan kullanamayış durumundan kurtulması demektir."E. Kant

Aristo,Atina dolayında Lykeon tapınağı yakınında İÖ 355'te kurduğu okula,Lise adını vermişti.Bu sözcük,Tanrı Apollon'un adlarından da biridir.Aristo, okuluna 'Lise' derken, bilimsel öğretilecek yerin dinsel öğreti yandaşlarından, kurtlardan korunmasını amaçlamaktaydı.

"...İnsanı, kendinden daha iyi, kimse anlayamaz.Kendini anlamak için en tehlikesiz yol da bilme, öğrenme, bilip öğrenilen şeyleri bir araya getirerek bir sistemin içine koyma ve toplu düşünmeye alışma ile olur.
Önce kendisi için okumayan, okuduğunu bir hayat, bir zevk yapamayan; hiç kimse için faydalı bir zeka olamaz" Hasan Ali Yücel

Cumhurbaşkanı İnönü, Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel, İlköğretim Genel Müdürü İsmail Hakkı Tonguç, Cumhuriyet dönemi aydınlanmacılığına ivme kazandırmaktadır.

"Çocuklarım:
...Biz nasıl size inandık,sizleri bu kutsal çatının altında topladıksa, sizde okutacağınız köylü yavrulara tıpkı bizim size inandığımız gibi inanacaksınız...Köylere dağılıp öğretmen olduğunuz zaman, benim bu sözümü her vakit hatırlayınız:Türk'e inanmayan Türk değildir."Hasan Ali Yücel

'Eğitimdir ki, bir ulusu ya özgür,bağımsız,ünlü ve yüce bir toplum olarak yaşatır ya da tutsaklığa, yoksulluğa sürükler.'M. Kemal Atatürk

'Bu memleketin asıl sahibi ve toplumumuzun ana öğesi köylüdür.Bu köylüdür ki, bugüne kadar eğitimden yoksun bırakılmıştır. İzleyeceğimiz eğitim politikası, köylünün cehaletten kurtarılması olacaktır. Bir yandan cahilliği yenmeye çalışırken, bir yandan da çocuklarımızı toplumsal ve ekonomik yaşamlarında verimli, başarılı kılabilmek için gerekli bilgi ve becerileri iş içinde, iş vasıtasıyla vermek, eğitim yöntemimizin temelini oluşturmalıdır. Eğitim, toplumun gereksinimlerine, çağın gereklerine uygun olmalıdır.'M. Kemal Atatürk

İlköğretimin gerçekleştirilmesi, köylünün kalkınması, Cumhuriyet'in başsorunu oluyordu; 40000 köyden 35000' okulsuzdu.

10 Haziran 1935'te Saffet Arıkan Kültür Bakanlığı'na getirildi.

Saffet Arıkan, Kurtuluş Ordusu kurmaylarındandır.Kurtuluş Savaşı yapan halkın eğitim eşitliği hakkında çığır açan, katkıda bulunan uygulatıcı bir kurmaydır. Yol açıcılığı, rutine kıracak çalışma arkadaşı seçiciliği, en önemli niteliğidir.Türk insanının eğitimle gelişeceğine inanır.Bu değişme ve gelişmeyi sadece para ve maddi refah çizgisinde görmez; köyü, köy çocuğunu üretici, yaratıcı düzeye kavuşturmak için, bilinçle, savaşçılığa ulaştırmaya yönelir.

Arıkan, İsmail Hakkı Tonguç'u İlköğretim Genel Müdürlüğü'ne getirerek eğitimde kurtuluş savaşını başlatmıştır.

"Köy meselesi bazılarının zannettikleri gibi mihaniki surette köy kalkınması değil, manalı ve şuurlu bir şekilde köyün içten canlandırılmasıdır. Köy insanı öylesine canlandırılmalı ve şuurlandırılmalı ki, onu hiçbir kuvvet yalnız kendi hesabına ve insafsızca istismar etmesin. Ona esir ve uşak muamelesi yapamasın. Köylüler şuursuz ve bedava çalışan birer iş hayvanı haline gelmesinler. Onlar da her vatandaş gibi, her zaman haklarına kavuşabilsinler. Köy meselesi, köyde eğitim problemleri de içinde olmak üzere bu demektir" İsmail Hakkı Tonguç
"Arkadaşlar bu kanunla bizim yaptığımız şey bir kopya değildir. Fakat indi,uydurma birşey de değildir...Bunları kendi ülkemizin var olan gerçeğine ve toplumsal olgusuna uyarak yapmış bulunuyoruz. Bu bizimdir kimseden almadık. Başkaları bizden alsınlar."Hasan Ali Yücel

Her enstitü bir bölge kurumudur, üç, dört ilden oluşan bir eğitim kesimi vardır.Öğrenci sayısı 800-1000 dolayındadır.Eğitim süreklidir.Sırayla, 45 günlük izinler uygulanır kümelere...Çalışma süresine göre izlencenin yüzde 50'si kültür derslerine, yüzde 25'i tarıma,yüzde 25'i de teknik dersler ayrılır.

"Köy Enstitülerinin iç yapılarında öğrencilerin kendi kendilerini yönetmeleri ilkesine dayanan bir gelişme sağlanacaktır.Onun için bu kurumları her türlü kişisel ve indi yönetim biçimlerinden kurtarmak, enstitülerde görevli tüm öğretmenlerin başlıca amacı olmalıdır..."İsmail Hakkı Tonguç

İş, insanın niteliğinin temel öğesidir.İş, insanı yaratan, onu kuvvetlendiren, onu geliştiren, kısacası onu insan yapan öğedir.İş, insanın hem miyarı, hem mimarıdır...Birlikte iş görme geleneği, imece, bir eğitim yöntemi olarak uygulanmıştı enstitülerde.

Öğretmen yetiştirmede 110 yılda ulaşılan sayı aşılmıştı(600'den 20,000'e ulaşıldı).Okul sayısı 5,000'den 17,000'e, öğrenci sayısı 380,000'den 1.5 milyona çıktı;600 sağlıkçı,9,000 eğitmen yetiştirildi.

Köy enstitüleri, 2. Dünya Savaşı sonunda dış baskılarla çok partili yaşama geçilirken; Cumhuriyet döneminden zarar görenlerce, devrimlere karşı olanlarca, toprak yasasına karşı çıkanlarca, seçim sonrasında mecliste egemen olan chp'nin sağ kanadınca komunist yuvaları olarak nitelendirildi.

Uğur Mumcu'ya göre Türk toplumu, iki büyük ve başarılı sivil örgütlenme gercekleştirmiştir.Biri Kuvayi Milliye, ikincisi toplumsal kurtuluşu gerçekleştirecek olan Köy Enstitüleri.İdeolojide tam bağımsızlık, eğitimde köy enstitüleri.

17 Nisan 1940'da Köy Enstitüleri Yasası çıkartıldı....Oturuma katılmayan 148 üye arasında Adnan Menderes, Celal Bayar, Fuat Köprülü, Yahya Kemal gibi ünlü adlar vardı.

1944'te enstitüleri bitirenler, işlikli, derslikli, uygulama bahçeli, toprağı olan okullarda göreve başladılar.Ama Ceyhun Atuf Kansu'nun dediği gibi: "onların ilkesi emek"ti. Önlerinde ise emeğe düzenlenmemiş, çoğu kez emeği sömürerek rahata kavuşmuş, ortaçağ artığı bir düzen duruyordu. Nelerle savaşmak zorunda kalacakları açıktı.

İsmail Hakkı Tonguç'un o yıllarda çok partili yönetimi geçiş üstüne düşünceleri şöyledir:
"Halkın tümünün eğitim hakkına kavuşturulamadığı ortamda, işçiler örgütlenip grevli toplu sözleşmeli haklarını alıp sendikalarını kuramamışsa toprak reformu gerçekleştirilerek feodal ilişkiler kırılamamışsa o halkın önüne konacak sandıklardan çıkacak sonuç, demokrasi değildir. Kağıt demokrasisi, parmak basma demokrasisi denir ona; Amerika bunu gerçekleştirmek istiyor. Bizde yapılmak istenen bu..."

Seçimler yapıldı, Demokrat parti alanlarda;
"Köylülere imece yoluyla okul yaptırmak zulumdur."
"Köy Enstitüleri ahlaksızlık, komünistlik yuvalarıdır"
"Halk, cenaze namazı kıldıracak imam bulamıyor, savaş yıllarında camiler depo olarak kullanıldı...Dinimiz unutturuldu..." propagandalarıyla seçime gitti.

Hasanoğlu köyü muhtarı "Ne iki partisi yahu, öküz pislemiş kağnı tekeri ortasından geçmiş, ikiside aynı tezek".

Büyük romancımız Yaşar Kemal'e göre Türk toplumunun 20. yüzyılda övünebileceği 3 şey vardı: Atatürk'ün gerçekleştirdiği özüne dönüş ve bağımsızlık politikası; Hakkı Tonguç'un gerçekleştirdiği demokratik eğitim,Nazım Hikmet'in getirdiği insancıl, ulusal şiir...

Çamlıbel'de bir gül açsa
Uykuları kaçar Bolu Beyi'nin
Çünkü kırmızıdır gül
Halkın ve toprağın uyanışına benzer
Bir değil bin gül açıyordu Anadolu'da
Ekmeği ikiye bölsen
Aydınlık sesi duyuluyordu halkın
Köyleri tutmuştu aşkın ve terin hünerleri
Bir oldular da Bolu Beyi'yle
Kapattılar enstitüleri...
(Nadir Nadi'den Hasan Ali Yücel'e)

"O birşeyden kuşkulanıyor:Yobazdan..yani dini eline geçiren cahilden.Aslında ne dinin devrimlerden, ne devrimin dinden kaygısı yok.Din, insanın kalbini tanrısına istediği gibi bağlayabilmesi için hürriyete muhtaç; devrim, atlamalarını yapabilmek ve ilerlemek için aynı kaynaktan kuvvet almak zorunda...."Hasan Ali Yücel

"Bir kişinin atacağı dev adımlardan çok, bin kişinin atacağı insan adımlarını istiyordu Yücel."Sabahattin Eyüboğlu

21 Haziran 2016 Salı

Hasanoğlan Hatırası - Bir Köy Enstitülünün Kaleminden ve Objektifinden

"Babama göre köylere bilgili liderler gelecek, kalkınma köylerden başlayacaktı.Teknik tarım, makineli tarım, hayvancılık, meyvecilik, hayvana ve tarıma dönük sanayileşme yayıldıkça göç duracaktı.Okuduğunu anlayan, özümseyen, düşüncelerini anlatabilen, güvenilir kişiliği ve bilgisi ve doğru kararları ile bulunduğu yerde aranılan, sorulan liderler yetişecekti...."
Duru Güneri

Kurtuluş Savaşı sonrası halkın %80'i köylerde yaşıyor ve nüfusun ancak yüzde %5'nin okuma yazması buluuyordu.

Köy enstitüleri, modern ulus inşa sürecinin bir parçası olarak kurulmuştur.Salt okuma yazma bilmek olayları yorumlamaya, çözümlemeye ve sonuç çıkarmaya yetmiyor, bu şekilde varılan sonuçlar dedikodu ve hurafe düzeyini aşmıyordu.Hedef, dedikodunun yerini bilgiye dayanan ve akla vurulmuş yorumların almasıydı.Enstitülerden beklenen sadece branş öğretmenleri yetiştirmek değil, bu eksikliği gidermekti.Ne var ki okur yazarlık oranının son derece düşük olduğu bu yıllarda köy enstitüleri ne Meclis'e ne de Anadolu köylüsüne tam anlatılabilmiştir.

"İş içinde, iş aracılığıyla, iş için" ilkesiyle diğer okullardan ayrılan köy enstitüleri modeli, daha sonra UNESCO tarafından 'bütün gelişmekte olan ülkelere örnek olacak bir eğitim sistemi" olarak nitelendirilecektir.

Enstitüler, yetiştirecekleri eğiticileri, görev yapacakları bölgenin önderleri olarak hazırlamak üzere tasarlanmıştır.O zaman ülke nüfusunun yüzde 75'ten fazlasını oluşturan köylü nüfusu eğitilecek, köy kalkınacak ve sanayileşme için insanı ve maddi zemin hazırlanacaktı.Bilinmediği için ustası bulunmayan demircilik, dülgerlik,arıcılık, çiftçilik,terzilik, fenni ziraatçılık ve aşçılık köy çocuklarına öğretilecekti.En büyük fayda, enstitülerin bulundukları bölgelerde kalkınma gayretinin başlaması idi.Ders programlarında sadece teknik dersler ve tarım değil kültür, sanat ve edebiyat da yer alıyordu.Mevcut durağan eğitim düzeninin yerine uygulama ağırlıklı bir sistem kurulmuştu.Yirmi bir enstitüde birikecek bilgi ve kültür dağarcığı, suya atılan bir taşın yaydığı halkalar gibi, bütün ülkeye yayılacaktı.

'Tanrı insanların evlerini başlarına yıkmak istedi mi,fitne sokar aralarına' Eflatun,Devlet

İnönü 1 Kasım 1945'te TBMM açılış konuşmasında "..Demokratik karakter bütün cumhuriyet devrinde ilke olarak muhafaza olunmuştur.Bizim tek eksiğimiz, hükumet partisinin karşısında bir parti bulunmamasıdır.Ülkenin ihtiyaçlarını sevkiyle hürriyet ve demokrasi havasının tabii işlemesi sayesinde, başka siyasi partilerinde kurulması mümkün olucaktır."

İsmail Hakkı Tonguç...Enstitü sisteminin gelişmesinde Yücel'in en büyük yardımcısı olur.

1946 seçimleri yaklaşırken köy enstitülerine karşı Meclis'teki en büyük muhalefet büyük toprak sahiplerinden gelir.Bu kişiler, enstitülerde yetişecek öğretmenlerin,topraksız köylünün haklarını daha fazla koruyacaklarını düşünmekte ve toprak ağalığının sona erebileceğinden endişelenmektedirler.Buna ek olarak kız ve erkek öğrencilerin aynı yerde eğitim görmeleri, okullardaki demokrasi anlayışı da karşı propagandanın en yoğun kullanıldığı argümanlar arasındadır.

İsmail Hakkı Tonguç, Hasan Ali Yücel'in Milli Eğitim Bakanlığından ayrılıp yerine Reşat Şemsettin Sirer'in getirilmesinden sonra 1946'da görevinden ayrılacaktır.Tonguç bitmeyen enerjisiyle 11 yılda eğitim sisteminde dev adımlar atılmasını sağlamıştır.

Köy Enstitüleri 1940-1951 yılları arasında 18839 öğretmen,8675 eğitmen ve 1600 sağlık memuru yetiştirir.Enstitüler orta ve yüksek kısım mezunlarıyla tüm yurda taze güç verir.
1946 seçimlerinden sonra devletin tüm kadrolarında bir cadı avı başlar.Başbakan Recep Peker,  "Vatanı Türk devleti adına yıkıcı faaliyetlerden" temizlemektedir! O güne kadar muhalefette olan güçlerin iktidara gelmesiyle eski defterler tek tek açılır.



6 Haziran 2016 Pazartesi

Michelangelo ArtBook

  • Pieta
  • Davud
  • Merdivendeki Madonna
  • Kentaurosların Savaşı
  • Köleler
  • Musa
  • Adem'in Yaratılışı
  • Son Yargı
  • San Pietro'nun kubbesi

30 Mayıs 2016 Pazartesi

ATATÜRK - Modern Türkiye'nin Kurucusu



Satırbaşları:

1893'te yapılan nüfus sayımına göre çevresiyle birlikte İstanbul'un nüfusu ancak 950 bin idi.İzmir'in merkezinde 210 bin, Bursa'da 120 bin, Selanik'te 105 bin kişi yaşıyordu.İstanbul'da müslümanlar toplam nüfusun ancak yarısını oluştururken,İzmir'de bu oran %38, Selanik'te is %28 idi.

Mustafa Kemal Atatürk'ün doğduğu yıllarda Osmanlı İmparatorluğu'nun çökmekte olduğu çıplak gözle görülemiyordu.Ama o dönemde yaşamış olan ninelerinin, dedelerinin ve büyük büyük nine ve dedelerinin endişelenmek için bazı nedenleri vardı.On  dokuzuncu yüzyılda yaşamış bir Osmanlı ıslahatçısı bir gün İstanbul'un tıpkı Paris ya da Londra gibi düzenli ve zengin bir kent olacağını yazmış ve ama 'bu zevkleri bizler tadamayacağız...İşin doğrusu bizler herhalde odun, kömür satıp geçinmeye çalışırken ara sıra kafamızı kaldırıp üzgün gözlerle kente bakacağız' diye eklemişti. Müslüman Türklerin beynini kemiren soru, ülkenin varlığını sürdürüp sürdürmeyeceği değil, kendilerinin bu ülke içinde yaşamlarını sürdürüp sürdüremeyecekleriydi.

Annesi Zübeyde hanım, 'Mustafa daha küçükken giyimine çok düşkündü.Başkalarına karşı davranışları ve konuşması bir yetişkin gibiydi...Başı dimdik, elleri cebinde konuşması hepimizin dikkatini çekerdi.' diyecekti

Mustafa Kemal: 'Büyüklük odur ki hiç kimseye iltifat etmeyeceksin, hiç kimseyi aldatmayacaksın, memleket için hakiki mefkure neyse onu görecek, o hedefe yuruyeceksin, herkes senin aleyhinde bulunacaktır, herkes seni yolundan çevirmeye calışacaktır. İşte sen bunda mukavemetsiz olacaksın.Önüne namütenahi manialar yığacaklardır, kendini büyük değil, küçük, zayıf, vasıtasız, hiç telakki ederek, kimseden yardım gelmeyeceğine kani olarak bu maniaları aşacaksın.Ondan sonra sana büyüksün derlerse, bunu diyenlere de güleceksin.'

Mustafa Kemal zaman zaman başkalarının dediklerini dinlerdi; sözlerine herkesten çok kulak verdiği kişi, Diyarbakır doğumlu Ziya Gökalp idi.Çağdaşlarının birçoğu gibi Gökalp de Fransız yazarlardan esinlenmiş ve en çok sosyolog Emile Burkheim'ın etkisinde kalarak dinin sosyal bütünleşmeyi sağladığı kavramını geliştirmişti....Başlangıçta İttihat ve Terakki'nin diğer üyeleri gibi ortak bir Osmanlı vatanseverliği savunuyordu.Ama kısa bir süre sonra, etnik kökenler yerine ortak kültür ve dile dayanan Batı kaynaklı bir Türk milliyetçiliğinin en önde gelen ideoloğu oldu.

Mustafa Kemal ingiliz gazeteciye şöyle diyecekti:'Ben Napolyon'u hiç sevmiyorum.Çünkü Napolyon herşeye kendi şahsını sokardı:Mücadelesi muayyen bir dava için değildi; kendi şahsı içindi.'

Gelibolu yarımadasının güney ucundaki Seddülbahir'de,Mehmet adlı bir çavuş, tüfeği kilitlenince elindeki taşla bir ingiliz denizcisine saldırarak ülke çapında ün kazandı.Mustafa Kemal bu olayın yayınlanmasına yardımcı olarak günümüze dek Türk askerleri için kullanılan 'Mehmetçik' adının doğmasını sağladı.

'Size ben taarruz etmiyorum, ölmeyi emrediyorum...'

'Hürriyet ve istiklal benim karakterimdir'

'En çok kuvvetli olmak demek ma'nen,ilmen,fennen, ahlaken kuvvetli olmak demektir.Askeri kuvvet en sonda gelir...'

25 Mayısta Samsun'dan ayrılırken...araba sık sık arızalanıp yolcular yaya olarak devam etmekte zorunlu kaldıkları zaman,Mustafa Kemal'in İsveçce orijinalinden uyarlanmış bir marşı yanındakilere öğretttiği söylenir.Marşın sözlerinin yalınlığı son derece çekiciydi:'Dağ başını duman almış,gümüş dere durmaz akar, güneş ufuktan şimdi doğar, yürüyelim arkadaşlar.Sesimizi yer, gök,su dinlesin.Sert adımlarla her yer inlesin'.Bu sözler İstiklal Savaşında çarpışan genç subayların marşı oldu.

Batı Anadolu'nun diğer yörelerinde komutanlar,Yunan birliklerinin ilerlemesini durdurmak ya da taciz edebilmek için 'zeybek' ya da 'efe' adıyla tanınan yerel çete mensuplarıyla işbirliği yapmaya başlamışlardı.

Lenin, Karl Marks'ın öğretilerinden esinlenirken,Mustafa Kemal siyasi egemenliğin tek kaynağını halkın kendisi olarak kabul eden Fransız Devriminin temel ilkelerine dayanıyordu.

Namık Kemal'dan:
Vatanın bağrına düşman dayadı hançerini,
Yok imiş kurtaracak bahtı kare maderini!
Vatanın bağrına düşman dayasa da hançerini,
Bulunur kurtaracak bahtı kara maderini!

Mustafa Kemal'in yurttaşları içinde az bulunur bir niteliği vardı.Öncelikleri açık seçik kavrama yeteneğine sahip, olağanüstü bir örgütçüydü.

'Efendiler, biz hayat ve istiklal isteyen milletiz.Ve yalnız bunun için hayatımızı ibzal ederiz!'

'Türkiye'nin sahibi ve efendisi, hakiki müstahsil olan köylüdür'

'Dünyada her şey için, medeniyet için, hayat için, muvaffakiyet için en hakiki mürşit ilimdir,fendir.İlmin ve fennin haricinde mürşit aramak gaflettir,cehalettir,dalalettir.'

Şeyh Sait özellikle Sünni Kürtler üzerinde etkiliydi;Sünni baskısından ıkmış olan Şii Kürtler ise Mustafa Kemal'in laik cumhuriyetini tutuyorlardı.

Ne var ki,İngiliz Hükumeti daha 1921 Aralığında;Irak'da İngiltere dışında kalan bölgede bir Kürt ayaklanması başlatmama kararı almıştı. Yine de Türklerin hak iddia ettikleri Musul bölgesine girmelerini engellemek için gerekli bir önlem olarak Kürt devrimcilerle teması kesmemeyi yeğlemişlerdi.

'Fakat muhterem arkadaşlar, kadınlarımız da bizim gibi müdrik(olgun) ve mütefekkir(düşünceli) insanlardır.Yani onlara ahlakı öğretin ve bencil olmaktan vazgeçin.Onlar yüzlerini cihana göstersinler.Ve gözleriyle cihanı dikkatle görebilsinler.Bunda korkulacak birşey yoktur....'

'Hükumeti ayakta tutmak için dini kullanmaya gerek duyanlar zayıf yöneticilerdir, adeta halkı bir kapana kıstırırlar.Benim halkım demokrasi ilkelerini, gerçeğin emirlerini ve bilimin öğretilerini öğrenecektir.İsteyen istediği gibi ibadet edebilir.Herkes kendi vicdanının sesini dinler.Ama bu davranış ne sağduyulu mantıkla çelişmeli ne de başkalarının özgürlüğüne karşı çıkmasına yol açmalıdır.'

Türkiye'nin sosyal tarihindeki en büyük kopukluk Ataturk'un reformlarıyla değil, daha önceden ülkenin çok uzun zamandır sanatkarlıklarına dayandığı Hristiyanların terk etmeleriyle ortaya çıkmıştı.'

'Rakı'nın en iyi mezesi güzel bir sohbettir.'

'Her şeye rağmen muhakkak br nura doğru yürümekteyiz.Bende bu imanı yaşatan kuvvet, yalnız aziz memleket ve milletim hakkındaki payansız muhabbetim değil bugunun karanlıkları, ahlaksızlıkları, şarlatanlıkları içinde sırf vatan ve hakikat aşkıyla ziya serpmeğe ve aramağa çalışan bir gençlik gördüğümdendir.'

...Menderes Hükümeti,onu destekleyenlerin maddi anlamda hemen iyileşme isteğini tatmin etmeye çalışırken,İnönü'nün ekonomide sağladığı dengeyi bozdu...Demokrat partinin iktidardan düşmesinin sebebi gericiliğe verilen ödünler değildi.Ekonomiyi altüst ettiği için desteğini yitirmişti...

...cumhuriyet'in kurulmasından sonra 1927'de ki ilk sayımda 13,6 milyon olan nufus 1940 yılında 17,.8 milyona yukseldi.Okuryazarlık oranı nüfusun onda birinden, beşte birine 2 kar arttı.Yeterli bir demiryolu şebekesi inşa edildi....Nüfus'un artmasına karşı , 1923 ile 1938 yılları arasında kişi başına yıllık gelir iki katına çıktı.
Ataturk döneminde sürdürülen politikalar tutucuydu, bütçe dengeliydi ve 1930 krizinden sonra dış ticaret de dengeye oturtulmuştu.İlerleme yurtiçindeki çabaların ürünüydü, çünkü Türkiye Ataturk'un sağlığında nerdeyse hiç dış yardım almadı...

Ataturk ardında bir diktatorluk değil, bir demokrasi yapısı bırakmıştı.

Ataturk bir sosyal devrimci olmadığı gibi, kesinlikle sosyalist de değildi.Politik devrimi biçimseldi.Buna karşılık, merkezi noktası laiklik olan kültür devrimi, özgün ve çok geniş kapsamlıydı.

Türk kadınları elde ettikleri hakları Ataturk'e borçludur.

Ataturk ile yurtiçinde kendisine muhalif olanlar arasında en temel fark, onun dış dünyadan korkmamasına karşın, ötekilerin korkmasıydı.Onun milliyetçiliği dışa dönükken,onlarınki içe dönüktü.Muhaliflerin aksine, halkının geri kalmışlığı ile yine halkının bunun üstesinden gelebilme yeteneğine olan tam inancını gerçekçi bir tespit içinde birleştirebiliyordu.


26 Mayıs 2016 Perşembe

Life’s Work: An Interview with Garry Kasparov

Garry Kasparov was the world’s top chess player for 20 years. Trained in the Soviet system, he’s become a mentor to younger players, an ardent promoter of the sport, and a vocal critic of corruption in both the World Chess Federation and the Russian government.

What can people in business learn from the best chess players?

In chess, soccer, baseball, business, politics—God forbid, war—we make decisions. Some are good, some not so good. The way to improve is to look back and analyze them. Many people think that if something worked yesterday and is still working today, it will work tomorrow. That’s wrong, because people on the losing side will come up with a new strategy. I stayed on top for 20 years because I knew that even if you win, there are things to learn. There’s no such thing as a perfect game. Not resting on your laurels is a very important lesson.

How do you analyze your opponents?

In chess, it’s easy. You look at their games in the same way you do your own: He does this, he does that, he likes this, he doesn’t like that. Even if two champions are roughly at the same level, there are certain positions where one feels more comfortable. So you use your opening strategy to push your opponent into uncomfortable territory.

What has helped you more—natural aptitude or practice and preparation?

Without natural aptitude, you wouldn’t go anywhere. But working hard is also part of talent. Always trying to be at the cutting edge of chess was important to me. I wanted not just to win the game or impress my opponent but also to make sure I was learning something.

How did your early rivalry with Anatoly Karpov help you?

To discover what you’re capable of, you need strong—or even better—opponents. It’s like an iron in the fire: When pressed at a very high temperature, it either breaks or turns into steel. The first match with Karpov wasn’t just long. I was trailing five to nil, so he needed only one game to finish me off. I survived, and eventually it was five to three. Karpov got really exhausted psychologically, so they stopped the match. I demonstrated to myself and to others that I had huge resources. I learned that everything was in my hands.

What advice do you give the people you coach?

There’s this conventional wisdom that it’s possible to give universal advice—a tip. But we’re all different. Your decision-making process is as unique as your fingerprints or your DNA. Something that works for you may be counterproductive for me. So you have to look inside. Some of us are more aggressive; some of us are more defensive. Some tennis players prefer to stay on the back line; some have a very powerful serve and rush the net. Both can be number one. You have to understand who you are, know what you’re capable of and what you’re not, and then try to construct a game—or a deal or a campaign—in which your superior qualities will be factors and your disadvantages will not be displayed. Remember that no matter how much time you spend in preparation, at the end of the day your key decisions will be made under time pressure, which means you’ll act on your gut feelings. If you’re defensive, you won’t be able to make an attacking move. At the climax you don’t go against your nature. So make sure to play your own game. The person who’s more skillful in creating the right environment will be triumphant.

13 Mayıs 2016 Cuma

Upwork’s CEO on How an Introverted Engineer Learned to Lead

...I also recognized early on that I was an introvert, although I probably didn’t know the word for it at the time. Some kids in high school clearly thrive on popularity and going out all the time—being surrounded by lots of people. In contrast, I enjoyed being with a small number of people. I liked to read books, program computers, and do things by myself. I’m not completely socially awkward—I can get by in a crowd, but it doesn’t come naturally.

...A lot of a CEO’s job comes down to emotional intelligence and understanding what other people need and want. Some days I feel like the company’s chief psychologist, and I have to be emotionally prepared for that. My natural impulse when I hear about a problem is to go to a whiteboard and start to diagram how to fix it, the way an engineer would. But for a CEO that’s often not the right response. A lot of the people who bring problems to the CEO aren’t looking for a solution—they just want to feel that they’ve been heard. That isn’t always the easiest part of my job, but it is a part, so I’m learning to listen first and not see every situation as a problem that needs a solution.

...I’ve also learned a lot about time management and what kind of direction I should be giving employees about day-to-day tasks. I’m now out of the office more, because speaking with customers and investors and attending conferences is really important to our business. So when I’m in the office, I need to be there for team members, to provide guidance and hear details about what they’re doing. But I haven’t taken this need as an invitation to micro­manage; I still let employees do what they do best.

...My role is to help people feel excited about their work, empower them, and give them the resources they require to do their jobs well.

https://hbr.org/2016/05/upworks-ceo-on-how-an-introverted-engineer-learned-to-lead

7 Things to Say When a Conversation Turns Negative

Every person is at least 75% responsible for how others treat them. Our verbal and nonverbal actions limit or expand the options of others. For example, if someone asks, “How are you?” as he or she walks by, you know better than to turn around and walk with them in order to provide an extensive answer. By continuing to walk past, the person signals that only a nod or brief reply is expected. However, if that person were to stop and look you in the eye when asking the same question, your options change. Their behavior has invited more than a reflexive answer.

We’re all creatures of habit, and communication patterns help us avoid having to think about everything we utter. But when we slip into patterns solely because we’ve failed to develop other response choices, we become predictable. If you are known for a tendency to avoid conflict, for example, others can generate conditions that will cause you to pull back, apologize, or walk away. You abdicate a portion of your 75% responsibility. That’s not good!

Highly political work arenas require a degree of street smarts to survive and thrive. It’s important to know effective ways of responding to tough situations.

Reframe — Cast the issue in a different light. If someone says, “I don’t want to fight about this,” a useful reframe of that comment is, “This is a debate, certainly not a fight. And you’re a good debater, as I recall.”

Rephrase — Say the words in a different, less negative way. Should someone accuse you of having come on too strongly in a meeting, you might reply, “I was passionate.” If you’re described as stubborn, you could say, “I’m very determined when something is important to a successful effort.”

Revisit — Use an earlier success to redefine a current failure.“We have a good track record working together. No reason to change that now.”

Restate — Clarify or redirect negative wording.“Surely there’s another way to say that” or “Did you mean what I think I heard?” are useful ways to encourage a person to reconsider and alter what was said.

Request — Ask a question. “Would you clarify for me what you meant just then?”

Rebalance — Adjust the other person’s power.“Fortunately, I’m not easily offended, especially by one-off situations like this.”

Reorganize — Change the priority of the issues. “We seem to agree on the what but are having some difficulty with the how.”

https://hbr.org/2016/05/7-things-to-say-when-a-conversation-turns-negative

5 Mayıs 2016 Perşembe

Hedefimdeki müzeler

1- Rahmi M. Koç Müzesi


2- Key Museum -İzmir

http://www.keymuseum.com/

3- İstanbul Arkeoloji Müzesi

http://www.istanbularkeoloji.gov.tr/muze
4- Satranç Müzesi ( Gökyay Satranç Spor ve Kültür Vakfı) - Ankara

http://www.gokyaysatrancvakfi.org.tr/

5- Balat Kültür Evi

http://www.balatkulturevi.org/

6- Pera Müzesi - İstanbul



11 Nisan 2016 Pazartesi

Julius Caesar

Caesar'ın kanatlarında büyüyen tüyleri
Yolalım ki böyle yolabildiğimiz kadar
Fazla yükseklere uçamasın alabildiğine:
Yoksa insanüstü yüceliklere ulaşıp
Bir köle korkaklığı içinde yaşatır bizi

Hangi göz sağlamdır boyanmayacak kadar?

Sen ne duruyorsun öyle put gibi
Dünya sarsılırken temelinden?

Ah ne oldurdu, Caesar'ın canına kıymadan
Caesar'ın düşüncesini alaşağı edebilseydik!

Gözlerinizden okunmasın kurduklarınız.
Tiyatro oyuncuları gibi Roma'mızın
Sürçmeden, renk vermeden oynayalım rolümüzü.
İyi sabahlar hepinize.

Yüreğimi paralıyor değerli insanların
Kıskançlığın dişlerinden kurtulamaması

Doğru yoldan saptırılabilir miyim ben.
Budalaları baştan çıkaran şeylerle,
Tatlı diller, iki büklüm bellerle,
Aşağılık köpek yaltaklanmalarıyla?

Sende mi Brutus? Öyleyse yıkıl Caesar!

İnsanın ettiği kötülük yaşar ardından,
İyilikleriyse toprağa gider kemikleriyle.

Bir dalkavuğun gözüdür o görmeyen,
Kötülük dağlar kadar büyüse bile karşısında.

Ah kör olası Aldanış, kara düşüncenin oğlu,
Sen hep olmayan şeyleri
Sokmaya çalışırsın insanların kafasına.

Ah Julius Caesar, hala ayaktasın sen;
Ruhun dolaşıyor aramızda; kılıçlarımızı
Kendi ciğerimize saplatıyor bize!

William Shakespeare

3 Nisan 2016 Pazar

Yabancı

'İnsan yavaş yürürse güneş çarpma riski var.Hızlı yürürse kan ter içinde kalır, kilisede de soğuk alır.'

'...insanın hiçbir zaman hayatını değiştirmediğini, her hayatın birbirine benzediğini, buradaki hayatımdan şikayetçi olmadığımı söyledim.'

'Her şey, ben karıştırılmaksızın olup bitiyordu.Kaderim, bana fikir sorulmadan belirleniyordu.'

'Ben, her zaman olacak şeyin, bugunun veya yarının etkisi altında olan bir insandım.'

'O zaman şunu anladım ki, bir tek gün dışarıda yaşamış olan bir kimse, hiç zahmetsiz yüz sene hapiste kalabilir. Canının sıkılmaması için yeter derecede anıya sahip olmuştur artık. Bir bakıma, faydalı bir şeydir bu.'


'Herkes bilir ki hayat, yaşanmak zahmetine değmeyen bir şeydir.'
Albert Camus

2 Nisan 2016 Cumartesi

Beyaz Zambaklar Ülkesinde

'Hayatı yaratan, olaylara yön veren ve bunların nitelik ve biçimini belirleyenler tek başına insanlar, Napolyanlar değil, halkın kendisidir.'Lev Tolstoy

'Düşünün ki denizlerde büyük, hemde oldukça büyük bir gemi yol alıyor.Hareket sırasında sular geminin önünde bir akıntı oluşturuyor.Bu akıntının gemiyi süreklediğini kim iddia edebilir? Elbette ki, bu akıntıyı geminin kendisi yapıyor, kendi önünde kovalayıp duruyor.Asıl güç geminin kendisidir.Akıntı ise bunun sonucunda oluşur.' Lev Tolstoy

'Eğitim görmüş insanların hepsi, milli zekayı geliştirmek, milli ruhu uyandırmak, milli düşünceyi güçlendirmek zorundadır.Köylülere, işçilere ve kasaba halkının alt tabakasına nasıl daha iyi yaşayabileceklerini öğretiniz.'

'Kanunsuzluğun ve adaletsizliğin büyük öğretmenlerinin kimler olduğunu bilir misiniz? Memurlardır.Kanunu uygulamakla yükümlü olan memurlardır.'

'Yaşamdaki düzensizliklerin ve aksaklıkların en büyük sebeplerinden birisi, herkesin hayatında sadece refaha kavuşmayı istemesidir fakat bizzat çalışmakla hayatını daha iyi bir şekilde düzene koyma gereksinimi duymaz' Lev Tolstoy

Grigory Petrov

26 Mart 2016 Cumartesi

Dönüşüm

İnsanlıktan çıkış / dönüşüm...

Yine çok düşündürücü bi kitap...

Franz Kafka

17 Mart 2016 Perşembe

Albert Einstein'dan kızına mektup

980’lerin sonunda ünlü dehanın kızı olan Lieserl, Einstein’ın yazdığı 1400 mektubu Yahudi Üniversitesine bağışladı; tek bir şartı vardı: babasının ölümünün üzerinden 20 yıl geçene kadar içerikleri yayınlanmayacaktı. Bu okuyacağınız mektup Lieserl Einstein için olanlardan bir tanesi…

İzafiyet kuramını açıkladığım zaman çok az kişi beni anladı, şimdi insanlığa ulaşması için yazacaklarım da bu dünyada yanlış anlaşılma ve önyargıyla çarpışmaya mahkum.

Mektupları gerektiği sürece korumanı istiyorum, ta ki toplum şimdi açıklayacaklarımı kabul edecek düzeye gelene kadar.

Bilimin açıklayamadığı son derece kuvvetli bir güç var. Bu güç herkesi kapsıyor ve yönetiyor , evrenin çalışmasını sağlayan her olgunun arkasında bile o var ve henüz bizim tarafımızdan tanımlanamadı.

Bu evrensel güç SEVGİDİR.
Bilim insanları, evren için birleşik bir kuram ararken, görülemeyen en kuvvetli evrensel gücü unuttular.

Sevgi Işıktır, onu alıp verenleri aydınlatan.
Sevgi yer çekimidir, çünkü insanların birbirine çekim hissettmelerini sağlar.

Sevgi kuvvettir, çünkü bizdeki en iyiyi çoğaltır, ve insanlığın kör bencilliklerinde tükenmemesine izin verir.

Sevgi için yaşarız ve ölürüz.
Sevgi Tanrıdır ve Tanrı sevgidir.

Bu güç herşeyi açıklar ve yaşama anlam katar. Bu bizim çok uzun süredir göz ardı ettiğimiz bir çelişkidir, çünkü belki insanın evrende kendi özgür iradesiyle kullanamayacağı tek enerji olduğu için sevgiden korkuyoruz.

Sevgiye görünürlük verebilmek için, en ünlü denklemimde basit bir yer değiştirme yaptım.

Eğer E=mc2 yerine, dünyayı iyileştirecek olan enerjinin ışık hızının karesiyle çarpılacak sevgiyle sağlanabileceğini kabul edersek, şu sonuca varıyoruz: sevgi en kuvvetli güçtür, çünkü sınırı yoktur.
İnsanlığın evrendeki bizim düşmanımız haline gelen diğer güçleri kullanmakta ve kontrol etmekte ki başarısızlığından sonra kendimizi başka çeşit bir enerjiyle beslememiz zorunludur.

Eğer türümüzün hayatta kalmasını istiyorsak, eğer hayatta bir anlam bulmamız gerekiyorsa, eğer dünyayı ve içinde yaşayan her duyarlı varlığı kurtarmak istiyorsak, sevgi tek ve biricik cevaptır.

Belki bir sevgi bombası, gezegenimizi harap eden açgözlülük, nefret ve bencilliği tamamen yok edebilecek kadar güçlü bir cihaz, yapmaya hazır değiliz.

Buna rağmen her bireyin enerjisini açığa çıkartmayı bekleyen küçük ama kuvvetli bir jenaratör var.

Bu evrensel enerjiyi almayı ve vermeyi öğrendiğimiz zaman sevgili Lieserl, sevginin hepsini yendiğini, herşeyin ötesine geçtiğini doğrulayabileceğiz, çünkü sevgi hayatın en özlü kısmıdır.

Bütün hayatım boyunca kalbimin içinde sana dair sessizce atanları ifade edemediğim için çok derin bir pişmanlık duyuyorum. Belki artık özür dilemek için çok geç, ama zaman göreceli olduğu için sana söylemem gerekiyor : seni seviyorum ve nihai cevabı bulduğum için sana teşekkür ederim.

Baban Albert Einstein

14 Mart 2016 Pazartesi

Biraz Müzik...(André Rieu - And The Waltz Goes On)


Evet, kararınız ne olurdu?

Küçük bir köyde, çocuklar neşeyle demiryolunda oynamaktalar. İki demiryolu var, biri kullanım dışı, diğeri kullanımda. Yalnızca bir çocuk kullanımda olmayan rayların üzerinde, diğerleri ise trenin geçtiği demiryolundalar. Treni siz kullanıyorsunuz ve oyun oynayan çocukları son anda gördünüz. Treni durdurma şansınız yok. Ya makas değiştirip, kullanımda olmayan demiryoluna geçecek ve bir çocuğu ezeceksiniz ya da yolunuza devam edip rayların üzerindeki tüm çocukları öldüreceksiniz.

Evet, kararınız ne olurdu?

Bu soruyu sorduğum kişilerin çoğu " Tüm çocukları ezmek yerine bir çocuğu ezerim" diyerek makas değiştirip, kullanım dışı olan demiryoluna geçiş yapacaklarını söylediler. Aynı soruyu onbeş yaşındaki birine sordum. Onların yanıtı büyüklerden farklı oldu. "Aynen yoluma devam ederdim, çünkü trenin geleceğini bilerek orada oynayan çocuklar hatalı, diğer çocuk değil." dediler. Doğrusu, bu yanıt beni sevindirdi.

Akılcı düşünmek gerekirse, bir çok kişiyi yitirmektense bir kişiyi yitirmek doğru gibi görünüyor değil mi? Oysa önce "doğru" nedir ona karar vermeliyiz sanırım. Tek başına oynayan çocuk doğru karar vererek güvenli bir yerde oynamaktadır. Ama biz, trenin geleceğini bilerek tehlikeli yerde oynayan arkadaşlarının yerine, doğru biçimde davranan çocuğu cezalandırmayı düşünüyoruz. Bedelini yaşamıyla ödemesi beklenen çocuğun tek hatası (!) çoğunluğa katılıp yanlış biçimde davranmak yerine tek başına doğru olanı uygulamış olması. Ne dersiniz, bu işte bir terslik yok mu?

Sınavlarda geçerli olan "üç yanlış bir doğruyu götürür" kuralı, çoğu kez günlük yaşam içinde farklı biçimlerde uygulanmaktadır. Üç yanlış insanı kurtarmak için bir doğru insanı kolayca gözden çıkarıveririz çoğu kez.

Çocuklar; yeterince yaşam deneyimi olmadıkları için, önlerinde onları etkileyecek pek çok olumsuz örnek olmadığı, çoğunluğun ne dediğini, ne düşündüğünü henüz bilmedikleri, umursamadıkları için özgür iradeleri ve sağduyuları ile yanıt verirlerken biz büyükler çoğu kez en az zararla "o an"ı kurtarmayı" düşünürüz.

Peki, makası değiştirdik, diğer çocukları kurtarmak uğruna tek çocuğu ezmeyi göze alarak kullanım dışı demiryoluna girdik diyelim, kaybımız yalnızca bir çocuk mu olacak dersiniz? Gözden kaçırdığımız çoook önemli bir ayrıntı var bence.

Tek çocuğun oynadığı demiryolunun kullanımda olmamasının bir nedeni olmalı değil mi? Biz yalnızca bir çocuğu gözden çıkardığımızı ve böylece bir kaç çocuğun yaşamını kurtardığımızı sanırken trendeki tüm yolcuların yaşamını da tehlikeye atıyor olmayalım sakın.

Yaşam yolculuğunda her birimiz makinistiz. Ne denli basit ya da bireysel görünse de aldığımız pek çok karar trendeki tüm yolcuları ilgilendiriyor. Yanlış kararlarımızın bedelini yaşamını doğrulara adamış insanların ödediğini, aldığımız yanlış kararlarla toplumun geleceğini de tehlikeye atıyor olabileceğimizi unutmayalım.

Doğru olan her zaman çoğunluğun söylediği değildir ya da herkes tarafından uygulanan her zaman doğru olan değildir.

11 Mart 2016 Cuma

Utopia

'Kendisi öyle parlak bir ün kazanmış bulunuyor ki onu övmek, güneşi fenerle göstermeğe benzer.'

'Çünkü Skyllalar, Seleneler, sürüyle insan yiyen Laistygonlar, daha bilmem hangi canavarlar her yerde bulunabilir.Kolay kolay bulunmayan şey, doğrulukla, akıllıca düzenlenmiş bir toplumdur.'

'Duygularıma, tabiatıma aykırı bir durumda nasıl mutlu olabilirim ki?Ben şimdi özgür bir insanım, dilediğim gibi yaşıyorum.'

'Krallar yalnız savaşı düşünürler, bense bu sanatları ne anlarım, ne de anlamak isterim.Yalnız barışa yararlı sanatlar kralların pek umrunda değildir.'

'Hırsızlara en ağır cezaları verecek yerde, toplumun bütün üyelerine yaşama olanaklarını sağlasanız ve kimse kellesi pahasına çalmak zorunda kalmasa daha iyi olmaz mı?'

'Yasa koyanın aklı o kadar yanılmaz, o kadar kesin midir ki, buyruğunu dinlemeyen kılıcı hak etsin?'

'Bir dava ne kadar haksız olursa olsun, onu haklı gösterecek bir yargıç bulunur...O zaman bir tartışmadır başlar, değişik, çelişik görüşler apaçık bir gerçeği bulandırırlar; hakkın ta kendisi haksız gibi gösterilir.'

'Zenginlik ve özgürlük devlete başkaldırmaya, hor bakmaya götürür.Özgür ve zengin adam haksızlığa, zorbalığa kolay katlanamaz.'

'Kendim zengin olmaktansa, zenginlere baş olmayı isterim.'Bir halkın acıları, iniltileri ortasında keyif sürmek krallık değil, zindan bekçiliği etmektir.'

'Sizin yanlamasına yolun nereye cıkacağını kestiremiyorum.İnsan iyiyi gerçekleştirmezse, kötüyü yumuşatmalı hiç olmazsa diyorsunuz...En korkunç düşüncelere katılmanız , bir vebadan daha tehlikeli kararlara oy vermeniz gerekecek, buyuz karası görüşleri yalancıktan beğenmekse, bir casus ya da bir hainin yapabileceği bir iş olucak.'

'....insanları mutluluğa ulaştırmanın tek yolu, eşitlik ilkesini uygulamaktır.'

'Utopialılar için gerçek mutluluk düşünce gelişmesinin ta kendisidir.'

'Tanrı, büyük eserine hayran olanı, onun sırlarını, kurallarını bulmaya çalışanı sever.'

'...bir yasanın yorumu ne kadar basit olursa o kadar doğru sayılır.Yasaların basit ve açık yorumu herkesçe anlaşılabilir.'

'Bir devletin gelişmesi de, yıkılması da o devleti yönetenlerin ve yargıçların elindedir.'

Bizim 'sosyal bilimler' dediğimiz bilim dallarına, İngilizler hala 'humanities',  Fransızlar hala 'humanites' derler.

Hümanist:  İnsandan yana olan , insanı yücelten

'İnsan buna evet derse, ruhunu; hayır derse, bedenini yitirecekti.More ise, ruhunu yok etmektense, bedenini yok etmeye çoktan razıydı.'

'Yurtdaşların kin bağladığı, hor gördüğü bir kral; halkı ezerek, soyarak, dilenci durumuna düşürerek tahtında tutunabilecekse, bıraksın krallığı, insin gitsin tahtından...Halkın acıları, iniltileri ortasında keyif sürmek, krallık değil, zindan bekçiliğidir.'

'Çünkü gerçek mutluluk, bilim ve sanatla zenginleşen insan düşüncesinin özgürce gelişmesinden başka birşey değildir'

Adem toprağı belleyip, Havva yün eğirirken,
Bey kimdi? Efendi kim?

'İnsanlar içinde yaşadıkları ekonomik koşulların bir ürünüdür'

24 Şubat 2016 Çarşamba

İktidarda Bir Kara Koyun Saraysız Başkan Jose Mujica

'Halkları oluşturan insanların büyük bi kısmı devlet başkanlarının yaşadığı gibi bir hayatı yaşamıyor.Ben ülkenin büyük bir bölümünün yaşam tarzı nasılsa öyle yaşıyorum.Devlet başkanlarını azınlıkta olan bir grubun yaşadığı sisteme dahil etmeye çalışan bir mekanizma var.Düşündüğün gibi yaşamalısın.Aksi takdirde yaşadığın gibi düşünmeye başlarsın.'

'Hayatta ne yaşamam gerekiyorsa, karşıma ne çıktıysa,bunların sorumluluklarını üstlenmekten kaçınmadım.Rastlantı olgusuna tarihte de yer vermeliyiz.Ben tesadüfen varım.Hesaplanamaz şeyler vardır:Rastlantılar.Bunların yokluğu yalandır.İki nokta önemlidir:Nedenler ve rastlantılar. Onca yıl hapiste bulunmasaydım belki de şu anda böyle olmayabilirdim.Mezarım kazılmıştı çoktan.Genç insanlara bunları aktarmak istedim.Düştüğün zaman kalkmayı bilmelisin.Hayat pek çok kez seni yere serebilir.Önemli olan tekrar ayağa kalkmak ve devam etmek ve yine devam etmektir.'

'Daha kavgaya girişmeden yere serileceklerini düşünenler beni hasta ediyor.Elbette sadece kazanmak için savaşmıyorsun çocuğum.Ama kazanacağına inanmalısın.Böylelikle ancak hayatına bir anlam katabilir, böylece yol alabilirsin.Yenilebilirsin.Hayat gibi çetrefilli bir düşmanı kim mağlup etmiş ki?Ama hayat macerana bir anlam kazandırmalısın.Maddi gereksinimlerin çok ötesinde, hayatı tutku ile yaşamalısın.Hayatı hevesle yaşamalısın.Hayatla böyle bir anlaşma yapmalısın.Bunlar her aklına geleni yap anlamına gelmiyor.Ama sizlere şunu kesinlikle söyleyebilirim ki, ben bu hayatta deliler gibi eğleniyorum.'

'O yıllarda, zindanlarda, bir kimsesiz, bir yetim gibi yaşarken, ne kadar az şey ile mutlu olunabileceğini öğrendik.Eğer az ile mutlu olmayı başaramazsanız, her şeye sahip olsanız da başaramazsınız.'

'Sosyalizm, çok farklı anlamlar büründürülen ve karmaşıklaştırılan bir sözcük haline geldi.En yalın haline indirgemek gerekirse, insanların özgürlüğü ve eşit haklara sahip olması için mücadele ediyoruz.'

'...İnsanlar, aynı fikirde olmadıkları halde, idealleri uğruna hayatını ortaya koymuş bir kişiye saygı duyuyor ve büyük bir gönül ferahlığı ile oy veriyorlar.'

'En kötüsü, içinde mahkum kaldığın ideolojik kalıpların, gerçekleri olduğu gibi görmene engel oluşturmasıdır.Ben uzun bir süre önce bundan kurtulduğumu ve küçük renk farklılıklarının ve detayların kattığı zenginliklerin önemini kavradığımı düşünüyorum.'

Mujica daha ilk gün, maaşının %70'ini yoksullara konut yaptırmak için bağışlayacağını duyurmuştu ve başkanlık süresinin sonuna kadar da bu söylediğini uygulayarak, yarım milyon dolara yakın bir tutarı bağış olarak teslim etti.

En önem verdiği konuyu 'Eğitim, eğitim, eğitim!' diye üç kez tekrarladı.

'Çokca okumayı ve düşünmeyi tercih ediyorum....Yazmak, düşüncelerini netleştirmene yardımcı oluyor.'

'Bugün, 3. dünya ülkesi ola küçük bir ülkede, toplumsallaştırıcı yapılara doğru götürecek en pratik yolun öz yönetim modelinden geçtiğini görüyorum.Amaç, otokontrol mekanizmalarıyla, işçiler tarafından yönetilen şirketlerin kurulmasıdır.Ben, insanın insan tarafından sömürüldüğü işletme modellerine karşıyım.Kapitalizmin sahip olduğu büyük dinamo, yaratıcı tarafıdır.Aksi takdirde, hayatını siesta'ya adayacaksın.Tükeneceksin ve sonunda hemem hemen tüm sosyalist ülkelerde olduğu gibi elinde bir şeyin kalmadığı bir yere geleceksin.'

'...Dünyada iktidar için mücadele veren ama yanında askerlerin olmasını düşünmeyen bir kimseyi tanımıyorum.Bunu yapmazsan, kaybedersin.'

'Protokol, iktidarın güç ayinleri ya da her neyse, tüm bu saçmalıkların canı cehenneme!'

'Resmi arabayla çıktığım zaman, arabanın kapısını açmalarına izin vermiyorum ve arkada hiç oturmuyorum.Bizi öldürmeye gelirlerse şoför tek başına vurulsun istemiyorum.Sen de bu riski onunla birlikte üstlenmelisin.'

'İyi yemek pişirmeyi bilmek, elde olanlarla pişirmeyi bilmektir.'

'Tupalardan öğrendiğim bir şey de, ne kadar çok korunsan da hiçbir zaman tam güvende olmadığındır.'

'Haklı çıkmak için insanların yaptıkları konuşma sayısı, gerçektende hayret verici.İki kuruşluk iktidarları ve kurnazlıklarıyla her şeye bir bahane buluyorlar ve sonunda yandaş dalkavuklarıyla fildişi kulelerde yaşıyorlar.Bu çok vahim bir durum.Her yerde bunu gördük.'

'Cumhuriyet tarihi özgürlük için verilen mücadelelerin tarihidir,sonrasında insanlık tarihi açısından yakın bir zaman önce boyun eğme dönemi başlamıştır.Cumhuriyet, bir fırsat eşitliği ve özgürlük mücadelesi olmakla beraber, kapitalist bir çerçeve içinden çıktığından, lokomotifi egoizmdir...Çember, kırmızı halı, hürmet...Tüm bunlar cumhuriyet olamaz.Cumhuriyet eşitliktir ve söz sahibide ruhumuz ve bedenimizle her şeyimizi borçlu olduğumuz halktır...Devlet başkanı herkes gibi bir vatandaştır.Benim o muslukçu ya da tesisatçıdan bir farkım yok...Başkan, bir başkası gibi bir gün bir yerde kalp krizinden gidecek bir ihtiyardır, insanların bunun farkında olması gerekir.'

Kendisindeki kural tanımazlık ve hoşnutsuzluk geleneğinin çıkış noktası biraz tanıdık:Anarşizm. Mujica özünde katıksız bir anarşist.

'Hukukçular, ne istediğinizi dinliyor ve daha da isteğinize uygun olarak yasaları düzenliyorlar.Onlar her zaman müşterisini kollayacaklardır.Pozitif hukuk, sıraya dizilmiş yöneticilerin isteklerini haklı kılmak için icat edilmiştir...Hukukun üstünlüğü, mükemmelliği, tartışılamaz olduğu gibi sözleri kimse bana söylemesin çünkü bu koca bir yalandır.Zira onu düzenleyenlerde subjektif olabilen, senin benim gibi insanlardır ve ait oldukları sınıfın bilincini üzerlerinden atamazlar.'

'Sosyalizm fikri özgürlüklerin kıçına tekmeyi basamaz; asıl problem bu.Liberalizm, veremediği bir şeyi vaat ediyor olsa da, felsefi olarak insanlik tarihi açısından bir üst basamakta bulunuyor.İnsanlığı ileri götürmek isteyen bir düşünce özgürlüklerden yola çıkmalıdır.'

'Ben kronik bir anarşistim.Devletle ilgili yapılabilecek en iyi şey, onu tamamen ortadan kaldırmaktır.Ama sorun, devletsiz yaşamama imkan vermeyen bir insanlik evresine denk gelmemdir.'

İnsanoğlu ve doğa, Mujica'nın her daim ilgi alanı içinde olmuştur.Bu anarşist ve ataist ihtiyar için adeta bir dindir.

'İkna olmadıysan bırakman lazım.Şüphelerin varsa kimseye rehber olamazsın, bundan dolayı inandığın şey üzerine iyi kafa yormalısın.'

Farklı olana, farklı düşünenlere ya da farklı bir ifadede bulunanlara hoşgörü esastır.

'Bu fırtınayı atlatman için sana moral vermeye geldim evladım.Çünkü tüm fırtınalar son bulur.'

Önemli olan etki bırakmaktır.Bunu yapamıyorsan en tercih edilebilir olan bırakıp gitmektir.

'...Eğer heyecan yaratamazsan kimseye ulaşamazsın...Çıkıp insanları tanıyıp, onlarla konuşmalısın.'

'İyi bir kitap okuduğunda macera, kitabı kapattığın zaman başlar.Çünkü senin de kendinden birşeyler koyduğun bi bölüm oluyor.Seni düşündürüyor.'

'Ben fakir değilim.Tutumluyum.Çünkü, sahip olduğum özgürlüğün keyfini sürmek için zamana ihtiyacım var.Yoksulluğu değil, ölçülü olmayı ve ağır olmayan bavullarla yürümeyi seviyorum.'

'Gereksiz tüketim ve hayatın bayağılaşmasına karşı yenik düşüyoruz.Eğer gelecek kuşaklara bırakmak için tek bir şey seçme hakkım olsaydı, bunu hakiki hayata daha çok zaman ayırabilmeleri için kullanırdım.'

'...ilk insanlar, grup halinde, kabile hayatı yaşardı.Ama yerleşik değillerdi.Gerektiğinde kabile olarak, diğer kabilenin ciğerini söküyorlardı.Ama kapitalizm bireycidir ve bütün olarak düşünmeyi engeller.Konunun esası budur.'